Yürüyebilmek öğrenebildiğimiz, üzerine düşünüp çalışıp
gerekli sunumları yaptıktan sonra hayata geçirdiğimiz bir eylem değil.
Oluveriyor. Bir bakıyorlar yürüyorsun. Sen bunu hatırlamıyorsun bile. Attığı
ilk adımı, aldığı ilk nefesi hatırlayabilenimiz yok. Kendiliğinden oluyor ve
hop ayaktayız.
Modern zamanlarda, sıkıcı hayatlarda, aynı kör dövüşünde,
kronik tedirginliklerimizde ve en kötüsü de etrafımızda dönen dünyanın bizi
umursamayışında hep başa dönüyoruz. Başladığımız noktanın etrafında usulca bir
tur atıp nefes alıyoruz. Bilinçli ve kontrollü bir nefes. Adım atmak o kadar da
kolay olmuyor sonrasında. Düşünüyoruz, ölçüp tartıyoruz, kantarın topuzunu kaçırıyoruz.
Nöbetler geçirip minik zararsız eylemler planlıyoruz. Ardından o hatırlamadığımız
ilk adımı tekrar ediyoruz. Konuyla pek bağlantılı değil ama mesela penguenler
sadece ilk adımlarını atarken enerji harcıyorlarmış, sonrası hacı yatmaz. O
buzul senin buzul benim ver hanım elini buralar erimeden biraz gezelim.
Penguenliğin de zor yanları var tabii, ama bu beni pek ilgilendirmiyor. Dünya
etrafımızda dönüyor diye tüm dertlerini sırtlanacak değiliz.
Başa dönüp duruken bir yola çıkıyoruz. İnce ve uzun bir yol.
İyiler, kötüler, siyahlar, beyazlar, güzeller ve çirkinler hepsi yan yana
yürüyor. Aynı gözyüzü altında, aynı güneşin doğuşuna doğru. Başlangıç ve
varışın ortak olduğu, manzaranın hep değiştiği, müziğin susmadığı bir yolculuk
bu. Kötüler hep kötü, iyiler hep karşımızda. Neyi görüp, kime sarılmak, nasıl
bir zeminde yürümek tamamen tercih meselesi.
Hayat şöyle yaşanmalı, rakı böyle içilmeli, kadın böyle sevilmeli
faşizmine boyun eğmemek gerekiyor. Aynı paralelde ilerlemek aynı baskıyı
yaşamamız gerektiği anlamına gelmiyor. Sen çok kıymetlisin, bunu sakın unutma.
Şimdi sağ omuzunu öpüp kendine onu ne kadar çok sevdiğini söylüyorsun ve
zıplamaya başlıyorsun (Metin Hara’ya selam olsun)
Yoldan çıkmadan, adım atmanın ne kadar basit, bir o kadar da
korkutucu olduğunu bize öğretenler. Bunu acımadan, düşünmeden bize yapanları
umursamamak gerekiyor. Bu basit bir umursamama, onlar da kim, üzerime gelmeyin
isyanıyla varılacak bir nokta değil elbette. Kaybolan bir çocuğun evine dönme
isteğiyle, masum bir adamın hakime suçsuz olduğunu anlatmaya çalıştığı inançla,
sevgilinin gözlerine bakarken yüzeye çıkan mutluluğun gücünü arkamıza alıp
varabileceğimiz bir nokta. Yeni, biraz parlak, çokça sadeleştirilmiş, bir o
kadar da havalı korkular koyuyorlar önümüze. Biz de onları büyük bir boşlukta
olduğumuzu ispat etmeye çalışır gibi iştahla yiyoruz. Yol sürüyor, adımlar adımları takip ediyor.
Bir kadın görüyorsun bütün kötülükler siliniyor, müzik değişiyor, üzerineki
kalın ve seni sıkan kıyafetlerin yerini hafif bir gömlekle ferah bir pantolon
alıyor. Ayakların hafifliyor. Gözün yan yola kayıyor, alevlerden, kızgın yağlardan koşarak kaçmaya çalışan biri
geçiyor. Umursamıyorsun, üzerine düşünüp üzülmüyorsun. Bir diğer tarafında
elinde olta takımıyla önündeki gölde balık tutan bir emekli. Adım attıkça
emekliden uzaklaşıyor göl. Yüzeye vuran balıklar, ayağının dibinde boş bir
kova. Uzaklardan kutlama sesleri geliyor. O kutlama seslerini bir feryat
bölüyor. Ellerini tutuyorsun, ismini soruyorsun. Pek gizemli, pek güzel. Yol
betondan çimene dönüyor. Ayakkabıları atıp devam ediyorsun. Aslında bir ferahlamadan
çok korunmanın, sağını solunu kapatıp korunmanın pek de zamanı olmadığını idrak
ediyorsun. Endişelerden ve korkulardan sıyrılında medeni ve temel görgü
kurallarına vakıf bir Donald Trump’a dönüşüyor insan. Bence Trump biraz daha
kibar biri olursa Melania elini tutabilir. İnsanın içini kaşıyan boşluklar,
öğretilmiş korkular birer basit şehir esfanelerine dönüyor. Tamamlanıyorsun,
tamamlıyorsun. Ne büyük laf ettim ama. Adabı vardır tamamlanmanın, kiminle
tamamlandığına değil kime tamamlandığına bakacaksın.Yol uzun, güneş daha da
yakın. Eller terliyor, adımlar adımlara karışıyor. Heyecan kalbin ritmini
bozuyor.
Bir kadın sayesinde oluyor hepsi. Hepsi onunla göz göze
geldiğin o anda başlıyor ve katlanarak devam ediyor. Zaman geçiyor, büyüyorsun,
dünya sertleşiyor. Lavlardan kaçan adam aklını yitirip soyunmaya başlıyor.
Elimde Ugandalı çocukların kanı var diye bağırıyor. Adımlarından kaçan göle
olta atmaya devam eden emekli “böyle bir şey olabilir mi?” diye ağızının içinde
geveliyor. Uzaklardan gelen kutlama sesi yerini siren seslerine, feryat bir
bebeğin gülümsemesine bırakıyor. Güneş tam tepemizde. Önümüzde yemyeşil bir
ova, sonunda beyaz bir deniz. Korkular geride kalıyor. Eller terlemeye devam
ediyor.
Nasıl başardığımızı hatırlamadığımız o adımı başa alıp en
korkusuz, en içinden geldiği gibi atıyorsun. Güneş tam olarak tepemizde kalmaya
devam ediyor. Ayaklarımız suyun içinde. Unutmayın elastik gövdeli olmayan şnorkellerin
su alma riski daha yüksektir ve bu size küçük çaplı su yutmalarına maruz
bırakabilir. Ayrıca unutmadan hatırlatmakta fayda var kask hayat kurtarır.
Hepimize güzel manzaralı yollar ve rahat abiye terlikler
diliyorum.