Bu Blogda Ara

2 Ekim 2016 Pazar

boşlukları dolduralım


 Bütün hikayeler aynı şekilde başlar. Kadın adamın gözlerinin içine bakar, adam yelkenleri suya indirir, dünya birkaç dakikalığına güzelleşir, birkaç dakika sonra kadın dışındaki her şey renksizleşmeye başlar ve kadınla adam biraz daha bakışır. Sonrası klişelerle dolu bir doğum sancısı. İnsan öldükten sonra öldüğü anı hatırlıyor mu bunu bilmiyorum ama ilk nefes alışını hatırlamıyor, onda hepimiz hemfikiriz . Hatırlayan varsa gelsin anlatsın. Hatırlamıyorum ama bence ilk defa nefes almakla onun gözlerine bakmak aynı şey.  Hafifliyorsun ama bir yandan da ciğerlerin yanıyor, atmosfer ağırlaşıyor, sonra sen biraz daha hafifliyorsun.  Ayakların yerden kesiliyor, işler kontrolden çıkmaya başlıyor. Aşk böyle bir şey değil diyorsun, sonra gözlerine biraz daha bakıyorsun tertemiz bir “siktir et” diyorsun. O bakıyor ya gerisi pek de önemli değil diyorsun.  Kendine verdiğin kocam sözleri yutuyorsun, o yuttuğun kocaman sözler ensende bıçak yaraları açıyor. Öyle çok derin değil, bıçağın ucuyla. Böyle nokta nokta. Hafiften kanıyorsun. Hafiften ama, zaten çok kanıyor olsa duramazsın. Dedim ya hani bütün hikayeler aynı şekilde başlar diye, aynı şekilde de biter işte. Böyle ayakların yerden kesilir, kendine gelemezsin ama ıslanmış bir sokakta biter. Yok öyle Eylül yağmuruyla ıslanmış, az ileride bir Jazz Bar’ın olduğu bir sokak değil. Bildiğin dümdüz, belediyenin sulama aracından sızan sularla ıslanmış , iddiasız bir sokakta biter hikayeler.  Bittikten sonra nerede bittiğinin pek de bir önemi yok zaten.
     
İşte bunun gibi binlerce hikayeye tanıklık ediyor sokaklar. Her gün hem de. Her gün binlercesine. Bizse kendimizi daha kıymetli kılmak için bunları allayıp pulluyoruz. Biraz abartıyor, çokça dram ekliyoruz. Hepsi içinde savrulduğumuz büyük boşlukları doldurmak için. O büyük boşlukları büyük reklam panolarıyla doldurmaya çalışırken mutlu olmayı unutuyoruz. Birbirimize acı, dram ve memleketten gitme planları pompalıyoruz. Bence bizim jenerasyonun en büyük problemi bu. Birbirini mutsuz etmeye çalışmak. Barda yalnız başına içen adamı artık havalı bir imaj değil. Dibi görmüş olmak da hiç cool değil ayrıca. Gülmeyi unuttuk desem yeri var. Kontrolsüzce sırıtıyoruz, anlamsızca bakıyoruz. Evet anasını satayım, gülmeyi unuttuk. Boşlukları dolduralım derken gitti canım yıllarımız. Dibi görmüş olmak değil ama nefesini tutup suyun üzerine çıkmak çok cool bir durum bence. Sessiz sedasız gecelerde açmak da öyle. Sadece kendine sakladığın anlar mesela.  Ben hep şuna inanırım, eğer bir insan kendine yetebiliyorsa, kendi başına eğlenebiliyorsa o insan mutlu insandır.
   
Umutsuzluğa alışmayın.

Final çok sikko oldu, böyle üçüncü sınıf yaşam koçu tadında oldu ama olsun. Bugün de böyle olsun.


10 Şubat 2016 Çarşamba

uzak ışıklar

Küçükken hep uzaktaki ışıkları merak ederdim. Avrupa yakasından Anadolu yakasına geçerken Avrupa'nın ışıklarını. Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçerken de Anadolu yakasının ışıklarını. İlk kez ada dönüşümde mesela, bütün gün sokaklarında terleyene kadar bisiklet sürdüğüm Heybeli'nin ışıklarını merak ettim. Işıklara yaklaştıkça meraklanmam gerekirken gittikçe duyarsızlaştım. Bütün merakım gitti. Yerini kendi dünyasında kurduğu uçan canavarları tokatlamaya çalışan kedileri izlemeye bıraktı. Kavga ediyorlardı. Büyük bir mücadele vardı. Fakat bir anda o büyük kavga bitiyor ve denize bakan banklarda oturan genç çiftin yanına doğru yürümeye başlıyorlardı. İçinden uzaklaştığım ışık heyecansızdı. Geride kalan hep bir sönüktü. Burnumun dikindeki ışıksa hep daha parlak ve daha cazip geliyordu. İlk uçak seyahatim mesela. Yolculuk İzmir'e... Kaç yaşında olduğumu hatırlamıyorum ama cam kenarında olmama rağmen cama zor yetişecek boydaydım. Güç bela aşağıyı görmeyi başardım. Geceydi ve yer parlıyordu. Benim için büyük olaydı. Damar gibiydi. Kocaman bir vücudu birbirine bağlıyorlardı. Küçücük köyler, kasabalar vardı. Kocaman bir şehir de vardı. Beyin gibi. Bütün ışıklar oraya koşuyor, onda toplanıyordu. Kanat aşağıya doğru eğildi, ışıklar büyümeye başladı. Beyine doğru yaklaşıyorduk. İlk defa bu kadar fazla ışık görmüştüm. Heyecanlıydı benim için. Işıklar büyüdükçe seyrekleşmeye başladılar. Bana yine kocaman bir hayal kırıklığı. Uzaktan gördüğüm yanıp sönen şerit halindeki ışıkların üzerine indiğimiz an içimde kalan azıcık merakımı da yitirdim. Havada olmayı galiba bu yüzden çok seviyorum. Her şey elinin altında. Bütün ışıklar, bütün güzel manzaralar. En başta kendine uzaktan bakabilmen gerek. Biraz nefes alıp, sakinleşip uzaktan bakabilmek.