Bu Blogda Ara

24 Aralık 2012 Pazartesi

durmak başarmanın yarısıdır

çok kararlıydım, ben bile şaşırdım. bu kadarını beklemiyordum. annemden daha daha çok sevdiğim o kadına sarılmak yerine öylece durdum. büyük kararlılıkla. biraz daha baksaydı belki çözülürdüm ama bakmadı. kararlılığım asaletimden değil yani. ama durmaya devam ediyorum bütün kararlılığımla. tam olduğum yerde. bir adım bile geri adım atmadan. ama duruyorum, yürümemem gerektiğini biliyorum en azından. belki yanıma gelir diye.

18 Kasım 2012 Pazar

o iş öyle değil

Akşamüstü 5 buçuk 6 gibi telefon çaldı... Alo diyemeden küfürleri saydırmaya başladı, lan bi dur dememe bile fırsat vermeden gebersin orospu diye başlayıp, inşallah sokağın ortasında ...... diye devam etii. zehiri boşaltmasını bekledim, saygı duyduğumdan değil, akşam olmuş zaten enerjim kalmamıştı onunla mücadele etmeye. Sakinleşti, abi çok kötüyüm, akşam içelim dedi. Ne oldu  diye soramadan geberticem yoksa kendimi diye devam etti. Oğlum ay sonu geldi  ne içmesi diyemedim tabi. İkişer duble ama dedim. Tamam lan tamam işte diye teşekkür etti aslında. O benim ne hallerimi çekmişti. Gitmemek olmazdı.

Buluştuk Samatya'ya gittik, baştan uyardım onu fazla içme, zaten fazla paramız yok diye. Tamam lan diye  lafı ağzımın orta yerine tıkayıp bana ne kadar iyi bir arkadaş olmuğumu söyledi. Ayrıldı benden dedi. Bırakıp gitti. Ortada bi bok yokken siktir olup gitti. Beni böyle göt gibi oratada bıraktı. Sesi yüksekti ama çevremiz kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanlarla dolu olduğu için sorun değildi, hatta arada yan masadaki memur kılıklı herif iyi olmuş bak kurtulmuşsun bile diyordu.

Neden dedim, demez olaydım. O sırada az mezemizin yanında birer duble rakımız geldi. İnsan gibi içmedi şerefsiz. Ben kahveye gidip bütün bi maçı tek çayla bitiren adam çizgimden sapmayacaktım ama. Hem gecenin sonunda hesabı ödeyecek birine ihtiyaç vardı ve o kesinlikle bendim. Neyse. Karşımda ayrılığın ilk şokunu atlatamayan, durumu daha kötüye giden bir zavallı vardı. Yatağa yattığımda onun kokusu var abi hala diye yükseldi. Nevresim takımını yıkamasını söyledim. O kadar kolay sanki diye yüklendi. Aslında o kadar kolaydı ama ayrıca yataktaki kokunun bu adamı böyle terse yatırdıktan sonra çekip giden kaşara ait olmadığını, aslında saçma sapan laboratuarlarda üretildiğini, o kokunun 200 lirası olan herkese ait olabileceğini anlatmak isterdim tabi ama ikinci dublesinde yamulmuştu. Saat daha 10 bile olmadan.

Bu halde evine götürmek olmazdı. bize getiridim, annem salonu açtı ona. Ölü gibi uyuyordu. Artık nasıl koymuşsa ayrılık, öyle uyuyordu işte. Bir iki saat oyalandıktan sonra uyudum. Sabah uyandığımda kalkıp gitmişti.

16 Kasım 2012 Cuma

şerefsiz rüzgar

17 yaşındaydım... sigara içmeden çıktığım lisenin yakınlarında oturuyordu. aynı üniversitede aynı bölümde olmamız tesadüf değildi. küçük bakışmalar, hafif gülümsemeler niyetleri yağ gibi döküyordu ortaya. bütün acemiliğimizle yaşadığımızı zannettiğimiz ilişki 3 hafta sonra bitmişti. ortada bir şey yoktu. olmasına da gerek yoktu. ama bitmişti. anlıyorsun onu bir şekilde. aradan geçen kocaman 3 haftada bakışlar ne kadar ani değişiyor öyle. ne kadar yalanmış lan öyle. okulun girişinde. rüzgarın köpek gibi estiği kapının yanında tuttu kolumda. konuşmamız lazım dedi. zaten çoktan ayrılmıştık o an. 17 yaşındaydım ama boş değildim. anlıyorsun işte. kafadan girdi konuya. hiç çekinmeden. seni aldattım dedi. ben olsam mesela hayatta söyleyemem. tokat yemekten korktuğum için değil. çekinirdim işte o yüzden söyleyemezdim. peki dedim ama  öfkeli değildim. sadece şaşırmıştım. ne bileyim tuhaftı, ilk defa aldatılmıştım. çok sağlam böyle suskunluğum asaletimdendir gibi bi cümle kurmak için zaman kazandım onun o tuhaf mimiklerini izlerken. ama çıkmadı öyle bi'şey.elimde otlakçılıktan pakete döndüğüm 3. paket varken. onun verdiği güven çok ayrıdır. ağzımdan bir anda senin götüne koyayım çkıverdi. kabul çok havalı değildi ama çok samimiydi. bari gidişim havalı olsun dedim. sigaradan son nefesi alıp dumanını yüzüne doğru bıraktım. ikinci yarı rüzgara karşı oynadığımı farketmeyecek kadar sıcaktım. dumanı bıraktım, sigarayı yere atıp hiç bakmadan ayağımla söndüreyim dedim ama şerefsiz rüzgar izin vermedi. uçurup götürdü o sigarayı. en azından koymuştum. o bana yetti.

7 Kasım 2012 Çarşamba

en güzeli değil

sevmek güzel şey diye başladı her şey, hafif rüzgarlı bir ağustos akşamında. oğlan belli etmiyordu ama kıza karşı pek boş değildi, elini şaraba uzatırken dirseğiyle her seferinde dokunmasının bir anlamı vardı elbet. sıcaktı, naifti, çekingendi ama bence en önemlisi seviyor olmasıydı. çünkü tuhaf bir his bu. yani çevremizde nedenini bile bilmeden sevmediğimiz onlarca insan varken birine karşı böyle tuhaf bir şekilde bağlanmak, ona ait olmak aslında rahatsızlık verici bir durumdu. yani onun malısın aslında. kalp atışlarının hızı onun bakışlarıyla orantılı olmamalı. haksızlık bu. biraz da acizlik. kurtulmanın elbet vardır bir yolu ama bir kere sevince bırak kurtulma planlarını karnının acıktığını bile unutuyorsun. bir keresinden bir haftada on kilo vermişliğim var. suratıma sağuk suyu çarpınca farkettim. bir değişiklik vardı, evet değişmişitim. tabi işe tersten bakınca, kendi sahanda yediğin iki gole karşılık deplasmanda üç gol atman gerekiyor rakip bir sıfır önde dakika olmuş 70, aykut hoca alex'i oyundan almış. yani bu saatten sonra maçın dönmesi için sana acıması gerekiyor. o ne pis bir durumdur öyle. acınacak halde olmak kadar beteri yok valla şu hayatta. neyse işte. sevmek güzel tabi ama  uzaktan sevmek aşkların en güzeli değil, bu yalana inanmıyorum ben. acınacak halde bi adamın yazdığı şarkıya inanmam. bence karşılıklı sevişmek gerek. usul usul, biraz samimi olsun. ee tabi saat ilerleyince rüzgar kuvvetlendi, bi hırka attı oğlan kızın o kalemle çizilmiş gibi düzgün, ince ve hafif esmer omuzlarına.  zaten çok geç olmuştu. hadi ben seni evine bırakayım artık.

7 Ekim 2012 Pazar

çay içen?

şarkıyı dinleyip okuyoruz

Çok ayrı tutkularımız ve çok uzağımıza düşen umutlarımız var. içimize düşen bombalara inat. hepsini ayrı ayrı sevip, hepsinden ayrı yrı nefret ediyoruz. göründüğümüz gibi olmaya çalışıyoruz sonraları anlıyoruz olamadığımızı hani ters köşeye yatan kalecinin kollarını açıp ağlara giden topu izleyişindeki çaresizlik oluveriyor kaderin karşılığı. bir kadın düşüm. her şeyiyle. şefkati, merhameti, kini, umutları ve göz yaşlarıyla. göz yaşı dökmeyen kadın yoktur. göz yaşı bir kaçma halidir, bazense anlama. ama birilerinin onlara kaçamadıkları söylemesi gerekiyor. çünkü kaçtıklarını zannetikleri her an biraz daha yaklaşıyorlar, biraz daha sıkı sarılıyorlar böyle sıcacık. aslında hepimiz sarılmaya muhtaç yaratıklar oldugumuz için ses etmiyoruz. duruyoruz. sonra, bir anda çekip gidiyorlar, aniden, hiç düşünmeden, arkalarına bakmadan, umursamadan, atıkkları her adımda o yavaş yavaş ördükleri acımasızca yıkarak gidiyorlar. döktüğü göz yaşlarına üzüldüğün için kendini zavallı hissediyorsun, onun için üzüldüğün her an için kendine daha fazla acıyorsun. zaten işin en pis tarafı tam olarak bu. kendine acımak. ne kadar çaresiz, ne kadar değersiz ve çözümsüz. işin içinden çıkamıyorsun. aklına en çözümsüz kaçış planları geliyor sadece bir zavallını yapacaklarından, yok diyorsun duruyorsun. sonra her şeyin ilacı giriyor devreye. mutlu gibi yapıyorsun, normal gibi. tam o sırada bi sürü şey dönüyor kafanda. mesela ben hayatımda sen şimdi gidiyorsun ya herkes sana benzeyecek kadar saçma bi laf duymadım. yok arkadaş olmuyor. herkeis sana benzetmeye çalışıyorum yok. belki ofisteki kızlar biraz andırıyor olabilir ama bakkal ismet abi sana hiç benzemiyor, zaten benzemesin. düşünsene ismet abinin sana benzediğini, bence çok saçma. yine nerden nereye geldim. arif'in mençıstıra yazdığı ayrılık şiirini araken kendimi songül karlı'nın memlerinin arasında buldum. halim o kadar kötü işte. neyse ben bi çay koyup geliyorum.

28 Ağustos 2012 Salı

Yalan söyle ama hobi olarak

Neredeyse bütün ilkokul öğrencilerinin tenis oynamayı, kitap okumayı, yüzmeyi ve hayvanları çok sevdiği bir ülkedeyiz. Kitap okumayı o kadar çok seviyoruz ki güzide ülkemizde her yıl ortalama 6 kişiye 1 kitap düşüyor. Kitap okumayı sevmiyoruz yani bize sen böyle bol entrikalı diziler izlet hocam o yengesine, dayısı halasına, sonra hepsi bize kaysın bol entrika olsun içinde biraz romantizm koymayı sakın unutmayın biz çünkü çok severiz romantizmi böyle kadınlara bayılırız dokunamayız, onlara hep güzel sözler söyler el üstünde tutarız ama ara sıra döveriz, ara sıra olduğu için sağlam döveriz, o kadar döveriz ki öldürene kadar.Son yedi yılda kadın cinayetlerini on dört ket arttıracak kadar.

Sonra mesela tenise bayılırız. Tam bir erkek sporu bence tenis, bire bir çıkıyorsun nihayetinde.
Kim var?
Marsel İlhan.
Kaçıncı sırada?
87!
Başarı mı bu?
Değil.
Eee hani tenis oynamayı çok severdik. N'oldu?

Biz ülke olarak üzerimize atılan (çok çağdaşsınız, zekisiniz, aslansınız, koçsunuz) gazlarıyla yaşadık. Hoşumuza gitti. Tabi biz medeni insanlarız lan dedik. Sonra yavaş yavaş o kabuk kırılmaya başlayınca. Yakan, yıkan, yobaz, kadını öldürmeyi erkeklik zanneden yüzümüz ortaya çıktı. Hortladı, geri döndü işin kötü tarafı bununla gurur duyuyoruz. Devletimiz eksik olmasın önüne gelene posta koyuyor çok şükür şeklimiz yerinde. Yani yine kendimizi kandırdık asılında hiç öyle modern olduğumuz falan yokmuş.

Ezmek hoşumuza gidiyormuş meğersem. Gücü en kılcal damarlarımıza kadar hissetsek bile hep bi mağduriyet yaratmak hep bi ezik hissetmek ama bir yandan dibine kadar  ezmek istiyoruz.
Yalanlar söylüyoruz ama en kötüsü ilk önce kendimiz inanıyoruz.

Yalanlarla büyütülen insanlar,
yalanlarla intikam almaya çalışan insanlar,
yalanlarla sevişmek isteyen insanlar,
yalanlarla arınmak isteyenler,
yalanlarla adalet getirdiğini söyleyen insanlar,
ve yalanlarla demokrasi kahramanı olanlar.

Otur bi çay iç iyice bi soluklan yeğenim.
Ben sana yalan söyleme demiyorum, söyle ama hobi olarak.


17 Ağustos 2012 Cuma

Hayırlı işler

"Her an deprem olacakmış gibi depreme hazırlıklı olmalıyız" dedi badem bıyık, iyi ama senin toki dedeğin müteahhit burası deprem sonrası toplanma alanı olsun denilen yerleri satıp (sadece 750 bin tl'den başlayan fiyatlarla) ev satıyor. Sözün bittiği yere bina dikiyor. Deprem değil binalar öldürür diyorsunuz ama öyle değil. "Deprem değil toki öldürür" oldu o. İnsanları şehrin göbeğinde metroya 2 dk. havaalanına 25 dk'lık mesafede mezarlar alsınlar diye borçlara sokuyorsunuz. Neyse kentsel dönüşüm dediğiniz hadise elinizde patlamaz. Depremde zaten 7 milyon kişinin ölmesi bekleniyor derken. Ustalık dönemi çok bereketli. Hayırlı işler.

11 Haziran 2012 Pazartesi

beni anlama...





Bir parça akıl, çok saygı, fazla sevgi ve cep dolusu cesaretle yürüdüm. 
Bazen koştum, bazen durdum,
Ara sıra ceplerimden cesaretim döküldü,
Sonra sevgim arttı,
Korkaklığım enseme yapıştı,
Uzaklaşmaya çalıştım,
Bolca kendimi kandırdım,
Nefes alamadım,
Çok güldüm,
Dünya o an dursun istedim,
Kendime ayar verdim,
En acımasız ölüm senaryolarında başrolü kaptım, 
Heyecanlandım,
Konuşamadım,
Susmaya çalıştım,
Ayaklarım geri geri gitsin istedim, 
ama onlar hep sana gitti...
Kendime geldim,
Düşündüm,
Duvarlarından çekindim,
Kaybetme ihtimali bitirdi beni,
Kendimi kandırmaktan sıkıldım,
Oturdum masaya,
Sevabımı günahımı döktüm önüme,
Perde açıldı,
Pek çok kez direkten döndüm,
ama sonunda istediğim pası alınca golü attım,
Kafamı kaldırdığımda golü kendi kaleme atmışım meğersem,
Neyse tribünler samimi olduğumu biliyordu,
Gelip sarıldı,
O yetti işte.
Ellerimi yavaş yavaş bırakacağını bile bile,
Sonsuza doğru akıp gitmek istedim...
ama olduğum yerde duruyorum,
Üstelik onun duvarları yok,
Sadece bahçe dışına çit ördü,
Benim mahallemde kimse kapılarını kapatmaz,
Benim kapılarım gece gündüz açıktır,
Güveniriz birbirimize,
Güven bezen hepsini döver,
Tek başına yeter..
Neyse benim için daha önce kimse bir şeyler yazmadı,
acaba nasıl bir duygu...

Yok yok şaka çokça yazıldı.

29 Mayıs 2012 Salı

Lan Hikmet!



Cuma sabahıydı... Evden çıkmak için uyanmam gereken saati yine yarım kadarından kaçırmıştım. Telefonun saati zaten  sürekli geriye atıyor artık paraya kıyıp yeni bir telefon almak lazımdı.. Tabi bunu düşünmenin vakti değil şimdi. Kafam kazan gibi, ağzımın içi bataklıktan beter.. Kafamı kaldırmamla içerden  SİKTİR LAAAN!! sesinin gelmesi bir oldu. Don paça içeri koştum evde kimse yok. Balkona doğru koştum. Hikmet. Elinde silah kafasına dayamış. Şakınlığı üstümden attıktan sonra içeri girip hızlıca üzerime bi kaç parça geçirdim. Polis gelmiş yapma etme diyor annesi Nazan teyze kaldırımın kenarında bayılmış, bakkalın eşi bileklerine kolonyağını boşaltıyor. Hikmet YETER LAN, YETER diye bağırıp çağırmaya devam ediyordu. Bir yandan hezırlanmam gerekiyor ama donup kalmıştım, Hikmet'i gözüme kestiriyorum buradan üstüne atlasam acaba bi işe yarar m ı diye. Yok lan 3. kattayım atlarsam benim kemikler gider hepten işi boka sarar. Derken Hikmet bayıldı.

Neyse bu hikayenin hiçbir önemi yok.  Hikmet'i aslında pek sevmezdim. Annesi desen dedikoducu kadının tekiydi. Bunların hepsi küçük basit hikayeler.

13 Mayıs 2012 Pazar

Sevdamıza Kimse Engel Olamaz





Ortada Galatasaray'ın kazandığı bir şampiyonluk Fenerbahçe'nin dik duruşu var. Biz son 5 yılda 3 şampiyonluk kaçırdık. Bu büyük bir başarı. Son 5 yıldır şampiyonluğa oynayan bir takım. Şampiyonluklar kaybedilir-kazanılır ama dik durmak, canı pahasına olsa bile karşı çıkmak, onur mücadelesi vermek iste bizde bu var. Biz dik durdukça kazanmaya devam edeceğiz.


Teşekkürler Büyük Fenerbahçe!

10 Mayıs 2012 Perşembe

Bizi öldürmediğiniz için teşekkürler




Tamam havalar ısınıyor, güneşli günler görmeye başlıyoruz ama Cem Emir ve Sebahattin Yılmaz'ı 365 gün önce Van depreminde kaybettik. Cem Emir ve Sebahattin Yılmaz'ı bizden alan otel hakkında soruşturma açılmıştı. Binalar dayanıklı hadi evlerinize diyen bakan vardı, n'oldu onlara? Ne yapalım kader mi diyelim? Burası Türkiye olur böyle şeyler mi diyelim? Ne diyelim? Siz söyleyin, biz deriz.

Devletin bakanı keşke sadece baksaymış. Konuşmadan. Belki insanlar ölmezdi o zaman. Öldürülüyoruz. Bilinçli olarak veya istemeyerek.

İstemeyerek öldürülüyoruz. 
Her gün fark edilmeden.
Kusura bakmayın ölür böyle şeyler bazen, insanlık hali-mi?
Neyse bugünü yaşayarak bitiriyoruz teşekkürler.



23 Nisan 2012 Pazartesi

Gösterebilsek


Bir şeyleri göstermek hep sakıncalı oldu. Tepkini, talebini, sevgini diye giden uzun uzun bir liste çıkartabilirim zorlanmadan... ama gerek yok.

Hakkını isteyen işçiye saldıran polis mesela bi durup dinlesen adamı. Belki senin babanla dertleri aynı. yok. sakın dinleme yapıştır kafasın......

Yani aslında gece 12'de polis şiddetine uğrayan işçiyle pek uğraşamayacağım açıkçası.

Sevgimizi, aşkımızı korkmadan gösterebilsek mesele. Bu beni daha çok ilgilendiriyor. Aşkını ya da sevgini her ne dersen o şeyi gösterdiğinde kaybetmeyeceğimiz bilsek mesela. Sakince konuşsak, dinlesek, dokunsak, anlayabilsek ve sonunda kaybetmesek. Yürüyebilsek, ıslanabils... yok yok ıslanmak klişenin dibi değil o çok basit dediklerin bazen öyle bi özel olur ki anlatamazsın, ıslanmak gibi gelmez o çünkü. Islanmak ne güzel şey dersin birlikteyken kafanı gök yüzüne kaldırıp, biraz gülümserse her şey tamam, elin tutsa olur ama hiç gerek tutmasına. Birlikte yürümen yeter. Yağmur/yürümek/hatta birlikte yürümek. Aklına beraber yürüdük biz yollarda geldiyse git buradan, hemen şimdi. Sakin olsak daha sakin. Dursak. Beklemesek. Birlikte dursak. Baksak. Bitsek.

En önemlisi korkmadan görebilsek.

19 Nisan 2012 Perşembe

Erdem'e...



Bir arkadaş düşünün lise sıralarında sıkıcı derslerden kaçıp yaşından büyük şarkılar dinlemeye gittiğiniz. Boyundan büyük hayalleri hiç zorlanmadan tek çırpıda kurabilme gücü veren, birlikte yükseldiğin arkadaşın.


Hayallerin peşinden birlikte koştuğun, iyi gününde olduğu gibi kötü gününde de yanında değil yeri geldiğinde önünde durup en büyük engellere karşı tek başına göğüs geren, sırf yara almayasın diye.


Kalabalıkta durduğu yere baktığında, o büyük yalnızlığın orta yerinde kendini görebildiğin dosttan öte o güven duysunu görebildiğin arkadaşın...


Herkes gittiğinde yanında duran tek insanın varlığını görebilmek, yanında değil seninle olduğunu anlatmasına bile ihtiyaç duymayan, durmasının bile yettiği tek insan...


Karşısında istediğin gibi ağlayabildiğin, yeri geldiğinde hiç utanmadan ayıbın belini kırabildiğin ama en sonunda omuz omuza yürüdüğün vakit dünyanın en güvenli insanını yanında görmenin verdiği o mutluluğun tarifi yok, zaten olması mümkün değil....

Sıradan bir yaz akşamında içilen rakıyı unutmaz kılan sadece arkadaşlık veya dostluk değil, kardeşinle içtiğin rakıyı unutman ortaya döktüğün mezeleri unutmak pek mümkün değil...


Seni senden daha iyi bilen bir arkadaşın oldu mu  hiç? Olmadı dimi!.. Çünkü arkadaşın seni senden daha iyi tanıyamaz.... Ötesi lazım, daha fazlası lazım...


Ben işte bi arkadaştan, dosttan daha fazlasına sahibim. Benim (sadece kan bağım olmayan) bir kardeşim var hayat denilen bu oyunda beraber yürüdüğüm hiç durmadan. 


İyi ki varsın. 

25 Mart 2012 Pazar

Ben,sen,o, bizsiz onlar.

Seni, beni diğerini yaşatan, yürüten, mutlu eden,.. daha ötesinde var eden ne desem  anne,baba vs. diye başlayan liste sıralanır gider şu yanlış ve yer yer sıkıcı günümüzde. Aslında Emek sinemasında izlediğimiz bir fil olsun, babanın içtiği 2000 sigarası olsun, bununla bağlarsak Unkapanı Tekel binası olsun,İstiklal caddesinde yürürken ağaca takılıp yırtılan hırkan olsun mesela.. Belki de sevgilinle hafta sonu gezmesi için gittiğin ada olsun, hepsinden uzak siz size geçirdiğiniz o güzel günün tek tanıdığı, o adanın faytonu ols....  olmasın yani bu saatten sonra istesen bile olmayacak. Ulu büyüklerimiz şöyle buyurmuş. Artık atlar olmasın, çünkü pis kokuyorlar, ortalığa pisliyorlar, basıp düşenler var, koku moku doku zarar görüyor... yok yok . Yeni bir ihale işleri vesaireleri durumu söz konusu olduğundan dolayı elektrikli araçlarla turlayın bu adayı bu saatten sonra dediler. Mesele sadece ihale olsaydı belki hak verirdim. Adamların parasal mevzuları sekteye uğramasın eee iktidar sonuçta ne kadar  ihale o kadar Atatürk cepte.  Atatürk sevgisini Hrant'ın katillerine bırakmayan okyanus ötesine, sevgi ve din insanına teşekkürü bir borç bilirim ayrıca.

Toplum bilinci dediğimiz hadise çok pis bi'şey.. Daha dün akşam ne yediğini hatırlamayan bir ülke olunca mevzu bahis yıkılan sadece eksi binalar olmuş oluyor, yenisi ne güzel diye destekler çıkılıyor. 10 yaşında okullarda pompalanan bizim ülkemiz öyle ulu, öyle güçlü bir ülke üfff ne biçim güçlü anlatamam yani o derece güçlü bizi dışarıdan yıkamazlar, ancak içeriden yıkarlar diye diye anlatılan mevzunun ta kendisi gözümüzün önünde yıkılan binalarmış meğersem. Hafıza silmek bina yıkmak kadar kolay olsaydın halama dayı derdim o ayrı. İşte o kadar kolay değil tamam ama şimdi biliyoruz eyvallah ama... Bu insanlar leyleklere sipariş verecek yeni veletler gelecek gözlerini su kaynakları kirlenmiş, üçüncü dünya sava..... yok yok öyle değil, daha kötü leş gibi bi yere gelecekler.. Biz buraya şimdilerde sözün bittiği yer demeye başladık evlet sen geldiğin zaman olan biten benim umurumda bile olmaz o zamana kadar küçük sahil kasabasına yerleşip, o küçük meyhaneyi açmış olurum. Evet küçük düşünüyorum en azından gerçeğin içinde olurum.

Sen plastik bir ormanın içinde kalacaksın, plastik binaların tam orta yerinde, plastik göz yaşları döken çirkin ve ucuz adamlarla dolacak çevren, sen bakıp gülersin belki. Hayal kurarsın hiç görmediğin o emektar sinemanın önünden geçerken.. Yorulur soluklanmak için yaslanırsın anneni ilk öptüğüm binanın dibinde.

Bilinç dediğin tek dişi kalmış canavar diyenler çıkar karşına çıkar.. çıkar.. ve çıkar diye ağlayarak.

Bu yazı saçma sapan bi yere geldi hiç böyle bi'şey düşünmemiştim. ama siz beni anladınız.

22 Mart 2012 Perşembe

Büyük Kaptan

Biz Alex'i neden mi kimseyle kıyaslamıyoruz? Neden mi ona abimiz gibi bakıyoruz? Neden mi ona yapılan hareketi kendimize yapılmış sayıyoruz? 






Biraz sonra uçağa bineceğim. O dakikadan sonra, Brezilya size uzak, Türkiye bana yakın olacak. Evet, birazdan peronda yavaş adımlarla yürüyeceğim. Önce arkama bakmak istemeyeceğim, gözlerimle savaşacağım. Çok kısa sürecek. İlk adımda yenileceğim. Başımı arkaya çevirdiğimde milyonları görmek, milyonlarca sevgiyi bırakıp gitmek zor olacak, olmalı.


Dianne’ya sesleneceğim çok kısık sesle. ‘Bak diyeceğim, bak neleri bırakıyoruz…’ Dianne’a gülümseyecek bana. Sıcak bir öpücük kondurabilir o anda, belki hiçbir şey yapmaz. Öylece beklerim ben yine. Bu aşkı ona söylemezsem, buradan nasıl giderim. Sonra kızlarımı kucağıma alacağım, bavulumu bırakıp. Onlar ağlayacaklar. Seviyorlarsa babamı bu kadar, neden gidiyoruz? diyecekler… Susacağız eşimle. Cevap veremeyeceğiz. Kızacağız kendimize.


Bir el yükselecek başımdan yukarı. Hüzün kokacak baştan sonra. O el hiç inmek istemeyecek. Hep veda sürsün, gitmek anlamını yitirsin ve unutalım bu terkedişi dileyecek. Arkamı o bayrağa dönmek olacak en zoru. Eli yere indirdiğimde, hızlıca hareket etmeliyim. Birkaç saniye daha beklersem, önce kızlarımı salacağım geriye. Sonra biz yürüyeceğiz Fenerbahçe’ye… İçimden sayacağım tek tek. Ve o an da ayaklarımı çok şık bir hareketle uçağa doğru çevireceğim. Dayanamacağım. Çökmek isteyecek dizlerim. Karıma tutunacağım, kızlarıma dua edeceğim…


Arkadaki şarkıları bırakmak en zoru, en acı vereni bu olacak. Duymak isteyip, bekleyemeyeceğim mesela. Her haftasonu sevemeyeceğim tekrardan. Şükrü Saraçoğlunda gol sevinci yaşamaktan öte, bir taraftarı dünyanın en mutlu insanı yapamayacağım… Üzülüyorum. Kapılar açılacak birazdan. Beklemekte fayda var az daha.


Birkaç sene kaldı bu sahneyi yaşatmaya size. Duygularımı tahmin edemezsin büyük Fenerbahçe taraftarı. Sizden ayrılmayı düşünmek, aile fertlerinden birini kaybetmek gibi olacak, olmalı.
Ama daha var, o şık hareketi yapmaya daha süre, o ellerin kaldıracağı kupalar var.


Alex de Souza.

19 Mart 2012 Pazartesi

İyi, Çirkin ve her zaman Kötü Polis


Vuranlar, vurulanlar.. Kaçanlar, kovalayanlar.. Özgürlük isteyenler ve karşılarında duranlar. Bu rol eşleşmeleri tarih boyunca hiç değişmedi. Değişen sadece "aktör-trist"leri  oldu. Sokağa çıkan bir halk ve karşı duran polisi. Bana müdahale edince polis kötü ama diğerine dokununca polis iyi diye bir şey yok, olamaz.Bir halk isteklerine cevap alamazsa tepki gösterir. Polis verilen emri yerine getirir burası tamam ama. Keşke sadece böyle kalsa.

Metin Lokumcu'nun ölüm emrini hangi amir verdi. Ne zamandan beri gaz bombası tasarlanmış bir cinayetin silahı oldu. Yer yüzünün en samimiyetisizi altındaki öldürdükten sonra "En çok biz üzülüyoruz" diyen.

"Nevruz hepimizin hakkı"

Sokağa çıkan binlerce insan. Gaz bombası. Yaralanmanın ötesinde "ölüm". Taşlanan dükkanlar yanan araçlar ve   komşusunu  linç eden "esnaf". 

Bu gazı kim sıktı?
Bu bankayı kim yaktı?
Bu adamı kim linç etti?
Bu kutlamaya kim engel oldu?
Bunun hesabını kim verecek? 
En önemlisi... 
Giden canın hesabını kim verecek?

Tek tek cevap vermem mümkün o adamlar işte polise zorluk çıkardı, diğerleri çıkıp dükkana taş attı başka adamlar çok sinirlendi sonra çarşı karıştı.
Ortada kocaman bir "aslan parçası kolunu getir bakalım ne kadar güçlüsün" görelim durumu söz konusu. 
Yıllardır aynı sokağı paylaşıp, çocuklarını aynı okula gönderen, aynı yoldan geçmişiz biizz.. yok yok onu demem.
Hayatlarını birlikte sürdüren komşuya bunları yaptıranlar ne zaman hesap verecek. İki mahalleyi birbirine düşmanlaştıran adil ve sürekli birlik-beraberlik mesajları verip, işin şovunu yapanlar, bu  ateşi daha ne kadar körükleyecek?

Bu memlekette yanmak için dokunmaya gerek kalmayan şu günlerde.. Sadece durmak bile yanmaya yetiyor. Yanıyoruz, yanıyoruz ama hala karanlıkların aydınlığa çıktığı yok. Yanan keşke kirli siyasi meseleler uğruna aylık maaşla çalışan insanlar yerine Nevruz ateşi olsaydı.

Dil,bayrak,toprak muhasebesi yapanlar önce insanlıklarını korusa.. Belki o zaman çıkar karanlıklar aydınlığa.