Bu Blogda Ara

2 Kasım 2013 Cumartesi

adanın arkası

Zeytin ağaçlarının orasındayız. İnce uzun, yol olmaya çalışan düzlükte yürüyoruz. Güneş kendini saklamış, belli yorgun. Yürüyoruz. Üzerinde ince bir hırka var. Bulutlar tepemizde ama insafsızlık yapmıyorlar.  Önümüzde deniz. Karşıda adalar dizilmişler. Sessizce duruyorlar. Hafif bir rüzgar. Uzaktan kesik kesik bir türkü. Rumca. Bu dili bilmiyoruz ama yanan türkü hiç yabancı değil, mırıldanıyoruz bizde. Yürümeye devam ediyoruz, denize doğru. Adanın arkasındayız. Zaman durmuş gibi baktın gözlerime. Akşama 5 var. Döndün, sarıldın. Yangın yerine döndü ortalık. Rüzgar şerefsizlik yapmaya başladı. Ağaçların birkaçından zeytinler düştü toprağa. Kumluğa vardık. Arkada kaderine terkedilmiş zeytinlik, önümüzde komşuda biten deniz. Arada kalmış gibi değil ama. Birer sigara yakıyoruz. Son nefesimizmiş gibi çekiyoruz. Bileğimize kadar suyun içindeyiz. Serin su. Güneş düşüyor karşıdan. Adanın arkasına bırakıyor kendini. Teslimiyet duygusunu şüphesiz en iyi o biliyor. Batan güneş gibi bırakıyorsun başını omzuma. Dünya serin. Uzaklar sıkınılı. Biz burdayız. Adanın tam arkasında.

26 Ekim 2013 Cumartesi

Kapı.

Kocaman duvarların diplerinden, ateş saçan nehirlerin kıyılarından, yalanlar savuran fırtılarının ortasından geçtim. Yağmur yağdı. Çok fazla. Ortalık battı. Kanalizasyonlar patladı. Yerin dibine itmeye çalıştığım bütün pislikler ortaya çıktı. Daha fazla gizleyemedim. Yanıbaşımda, suyun üstünde bize öylece bakıyorlardı. Kaçtım, konuşmadan. Sustum çünkü yalan söyledim. Sonrası isteksiz saatler günler. Senin tertemiz yüzünden daha uzaklara gidesim geldi. Yoruldum. Yüksek ihtimalle haklı suçlamalarından. Yüzüme savuşturacağını bildiğim haklılıklarından. Her zaman giden mi suçlu. Ortalık sakinleşti, sular çekildi. Hafiften burnumuz kesen o pis koku kaldı sadece. Pek de gidecek gibi değil. Ellerim çözülmüştü artık. Önümde yemyeşil bir vadi var. Onun ortasında duvarsız kapılar. Onlarca.. Yüzlerce.. Burdan bakınca bile kaç tane olduğunu sayamıyorum. Yüksekteyim. Yüzüme rüzgar çapıyor. Sert. Isırıyor inceden. Dudaklarım kurumaya başladı bile ama güneş tepede. Yalandan da olsa mesaisini doldurmak için görev başında. Tek tek geçmem gerek o kapılardan. İndim önlerine kadar. Gölgeleri üç insan boyu. Güneşi kesiyor, soğuk yerde. Açıyorum deniz çıkıyor karşıma. Karşıda birkaç küçük ada. Önümden motorlu bir kayık geçiyor,üstünde yaşlı bir adam. Sesleniyorum duymuyor. Kendimi duyurmak için bağırıyorum. Kafasını çeviriyor. Sigarasını tuttuğu elini kulağına götürüp ben anlamadığını anlatıyor. Kapatıyorum kapıyı. Ne o tembel güneş var ne de soğuk yeşillik. Ayağım suyun içinde. Kıyının karşısına geçmişim bile. Burası şaşırmamı engelleyecek kadar güzel. Tırnak büyüklüğünde yengeç yavruları dışında kimse yok. Sürekli esneyen bir boşlığun içindeyim. Uzaktan rumca bir şarkı sesi geliyor gibi. Hafif esen rüzgara yenilmediği anlarda kulağımda. Az ötede, ağacın arkasında başka bir kapı görüyorum. Sudan çıkıp hızlıca oraya doğru gitmeye başlıyorum. Güzelim toprak ayağımın altında çamur olmuş. Minik taşlar canımı yakıyor biliyorum ama hissetmiyorum. Açıyorum kapıyı, karşımda boş bir oda. Duvarları yeni boyanmış. Sanki bana hazırlamışlar gibi. Beyaz duvarlı boş bir oda. Kapıdan geri çıkmak için arkamı dönüyorum. Beyaz duvar burnumun dibinde. Berbat kokuyor bu boya. Yer sıcak cam yok. Tek bir ışık var o da beyaz. Gözüm yanıyor bu parlaktıktan. Yere çöküyorum. Sıcak iyi geldi. İçim geçmiş, gözlerim kapalı. Burdan çıkmanın bir yolu mutlaka var biliyorum ama elden bir şey gelmiyor. Olduğum yerden ayağa kalkmaya çalışıyorum. Oda yan dönmeye başlıyor. Tavan yanımda, tutunamıyorum. Beni bir boşluğa atıyor. Dışkı gibi. Yutulamayan kılçık gibi. Tükürüyor. Büyük bir caddeye atıyor beni. Yolun oratasındayım şimdi. Üzerimde bir takım elbise. Arabalar yanımdan vızır vızır geçiyorlar. Aynaları kolumu sıyırıyor. Kaldırımlar bomboş. Herkes deli gibi araba kullanıyor. Kafamı kaldırıp sağa sola bakıyorum belki kapı görürüm diye ama yok. Kaldırıma çıkmam gerekiyor, şokun etkisi geçince harekete geçiyorum. Önce elimdeki Bond çantayı atıp zaman tutuyorum. 1.. 2.. 3. araba çantayı ezdi geçti. Ceketimi çıkarıp kaldırıma doğru havadan atıyorum. 1.. 2..3.. 4.. 5. bir anda ortya çıkan, berbat müzikli samba okulu aracına aslı kalıyor. Seni göreceğim güne daha çok uzaklaşıyorum. Umudum azalıyor. Arabalar kolumu parçalama başladı bile. Kesikler darinleşti. Acı desen senin yüzün var gözlerimde. Yolu iyice kollayıp son bir güç kaldırıma doğru attım kendimi. Kaldırıma kadar yetişemeyeceğimi düşünmeye başlamıştım. Haksız da sayılmazdım. Aslında hiç haksız olmadım ben. Başıma gelecekleri hep önceden bildim. İşte aldığım berbat kararların berbatlığı kestiremedim bir türlü, hepsi o. Kaldırıma kadar yetişemedim. İlk sağ yanağımda hissettim o yanma hissini. Sanki milyonlarca Bolt el le tutuşup o acıyı her yere yaymaya çalışıyor gibiydi. Saniyesinde vücudumun tamamına yayıldı o yanma. Gözlerimi açamadım. Çirkin bi binanın tepesinde elimde sondan üçüncü sigaramla oturmuş yatan bedenimi izliyordum. Artık işin hiçbir heyecanı kalmamıştı. Ayaklarımı topladım. Kalkıp yürümek geldi içimden. Arkama döndüm, kumsal. Bembeyaz kumlu bir kumsal. Uzunca. Bir tek sen vardın. Uzakta. Epey uzakta. Baktım, baktın. Yanına gelmek istedim, gelemedim. Yürümek istedim. Kum beni içeri doğru çekmeye başladı. Bağırmak istedim, boğazım düğümlendi. Şimdi sana kalan son enerjimle bakıyorum. O kumsalda bir tek sen varsın.

7 Temmuz 2013 Pazar

saygılarla...

her şey çok boş geliyor mevzu insanın kendisi olunca. bütün kaygılar. bütün savaşlar. bütün zaferler. bütün aşklar. bütün mesafeler. hepsi kapanıveriyor. hepsi tek bir noktada buluşuyor. yüreğin ağırlaşıyor. sanki bütün dünya yüreğinin içine sıkışmış hep orda kalıcakmış gibi. hissediyorsun. gücünün yettiği yere kadar. ayakta savaşmaya başlıyorsun. hızlı hızlı derin nefesler alıp vermeye başlıyorsun. duruyorsun bir yudum su içiyorsun. sonra devam ediyorsun koşmaya. arada bir sigara. içini zehirle doldurduğunu bile bile ama belki rahatlatır ümidiyle. yoruluyorsun. susuyorsun. en sonunda durup bakıyorsun arkaya doğru. geriye bakmak hep sıkıntı yaratmıştır. utanç doludur çünkü geçmiş. hatalar ve utançlar. işte o yüzdendir geleceğe hep umutla bakmamız. hep aydınlık yarınlar ümitlerimiz. hepsi bu yüzden. geleceğe bakmaya korktuğumuz zaman. işte tam olarak kafayı öne eğip acaba nereye gidiyorum diye endişeli koştuğun zaman. makyajsız popçu gibi kalıyorsun tam o noktada. ölümün bir adım gerisinde. sırtını iyice duvara yaslıyorsun. sana dokunmadan geçsin diye.

çok karışık oldu böyle. bi anlatamadım ama dünya dönüyor be. o dönerken biz üzerinde yok olup gidicez. biz insan kalalım yeter. gerisi boş.

08\07\2013 Zetinburnu

12 Haziran 2013 Çarşamba

Yaşasın ağaçlar!

Elimden geldiğince gördüklerimi, yaşadıklarımı, düşündüklerimi yazmaya çalışacağım. Polisin tutumu, yaralanan, ölen insanlar, siyasilerin zıtlaşmaları ve bitkiye dozerle girmeyinle başlayan eylemin buraya nasıl geldiğini anlatma gafletinde bulunmayacağım. o meşhur satır aralarını iyi okuyalımlı ağdalı cümleler kurmaya çalışmayacağım. Bir ağaçla başladı her şey. Ailelerimizin bunlardan bir şey olmaz, her şey ellerinin altında, dünya umurlarında değil dedikleri çocukların sokağa çıkması bir ağaçla başladı. Biz yıllardır aydı kişi tarafından yönetilen ergenliğini aynı adamı görerek atlatan, çalışmaya başladığımızda aynı adamı görmeye devam eden bir nesiliz. Anne babalarımız ulaşamadığı çok acayip bir dünya elimizin altında ve aramızda muazzam bir iletişim var. Çok farklı taleplerimiz, çok farklı hassasiyetlerimiz ve çok farklı korkularımız var. İnternet fenomeni olan Ankaralı adam gibi düşünüyoruz "meselam türban olayını çok karıştırdılar, bu bu şekil giyinir şu şekil giyinir. kimse kimseye karışamaz" işte tam olarak bu şekilde düşünüyoruz çünkü herkesin özgürlüğü birdir. Büyük büyük adamların "o parkta türbanlılarla bilmem kimler kol kola" demelerini emin olun anlayamıyoruz.  Siz de bunu anlayamıyorsunuz ve bu kurduğunuz cümleler bunun en büyük kanıtı. Bizim siyasetle işimiz yok. Yok çünkü siyaset ve siyasetçi dediğiniz şeyler bana hep sıkıcı ve soğuk gelmiştir. Yıllardır yeni bir şey üretemeyen insanlar.  Kimsenin sizi indireceğiz ordan ve benim desteklediğim bilmem ne partisi iktidara gelsin dediği de yok. Onlar da çözüm değil. Biz hayatımızı, geleceğimiz Ankara'nın soğuk binalarında şekillendirilmesini istemiyoruz. Biz özgür olmak istiyoruz. Kim hangi dili nasıl öğrenecekmiş bize ne. Önemli olan birlikte keyifli bir yaşam değil mi. Siz bizi anlayamıyorsunuz. Müthiş bir enerji, müthiş bir zekayı klasik devlet anlayışıyla dizginleyemezsiniz, köreltemezsiniz. Talepleri cevaplandıramazsınız. Yıllarca karşı karşıya getirdiğiniz, düşmanlaştırdığınız insanların düşman olduğu yok. Sizin işinize öyle geldiği için bize düşmanmışız gibi anlattınız. Yok öyle bir şey reddediyoruz biz bunu. Hiçbirimizin meclisi girip büyük adam takyidi yapma gibi bir isteği yok. Tamam yine siz yönetin, yönetiyorsunuz zaten ama bakın biz burdayız. Bizi anlayamacaksınız tamam ama en azından anlamaya çalışın. Emin olun bir şey kaybetmez, eksilmezsiniz. Aksine biz o zaman size saygı duyarız. Artık "her şeyi biz biliriz"in iş yapmadığı bir dünyadayız. Kafanızı kaldırıp az ileri baktığınızda çok acayip medeniyetlerin olduğunu göreceksiniz. Bizim tek korkumuz anlaşılmamak. Bir tek bu. Fazla biz dedim. Siz kimsiniz diye sorarsanız. Biz gaz yerken birbirine yardım eden, birlikteyken gülebilen, bir hafta öncesinden organize olmaya çalısşak belki beceremeyeceğimiz kim önde duracak kim yaralılara yardım edecek kim eksikleri giderecek durumunu anında organize edebilen bu ülkenin kin beslemeyen insanlarıyız. Şundan hiç şüpheniz olmasın. Biz gülümsedikçe her şey daha güzel olacak. Kim bilir sizi bile o demode korkularınızdan kurtarabiliriz. Yaşasın ağaçlar!

16.02.2013 İstanbul

22 Mayıs 2013 Çarşamba

son parke

çok acayip cümleler dönüyor kafamda. güzel gülen kadınla başbaşa aynı oda içinde dinlenilen şarkının gecesinden kalan. çok acayipler, çünkü en olmadık anlarda düşüveriyor aklıma. sert bir şekilde. bir sigara daha yakıyorum, çok içme diyor. söndüremiyorum. eğer söndürürsem mahallede top oynarken düşüp dizini kanattıktan sonra ağlamaya başlayan küçük bir velete döneceğimi biliyorum. sigara oyalıyor beni. şarkı çalmaya devam ediyor. hem oyalıyor hem benden ona bakacağım zamanımı alıyor. şarkı bimek üzere. sadece odada değil. evde sadece ikimiz varız. bunu bilmek bile iyi geliyor. şarkının sonuna doğru elimdekini bastırıp yeni bir tane yakıyorum. sırf 3 dakika daha fazla durabilmek için. çok içiyorsun diyor bir daha, olsun diyorum. içimdeki mızmızlanan velet dışarıya çıkmaya başlamış bile. yarısında söndürüp kalktım. kal demedi. kapıya doğru yürümeye başladım. sadece dur dedi. döndüm, sarıldı.  elimi omuzlarına atıım çekinerek. o biraz daha sıktı. onun cesaretiyle sarıldım. o çok acayip cümleler bile o anda anlamsızlaştı. belki 4 saniya belki 1 asır. sarıldık. eğer biraz daha sarılsaydım orda kalıcaktım. tam koridorun başladığı  parkenin üzerinde. geri çekildim. gitmem lazımdı. taksi çağırayım mı diye sordu. yok dedim, durağın yerini biliyorum diyerek çıktım. o acayip cümleler çok acayip zamanlarda ondan çok uzak yerlerde çıkıyor karşıma. böyle anlarda tanıya olan inancımız artıyor işte.

7 Mayıs 2013 Salı

iyi geceler

iyi geceler sevgili gönül dostları. iyi geceler diyorum, çünkü gerçek anlamda kendimiz olabildiğimiz saatler hep gece vakitlerine denk geliyor. aşık olduğumuzda geceleri uyuyamıyoruz. çok sıkıldığımızda geceleri dışarıya çıkıyoruz, geceleri sarhoş oluyoruz, genelde geceleri sevişiyoruz, geceleri üzülüyoruz, geceleri ağlıyoruz gibi uzayıp giden listeye kucak açıyor gece. gece bize sunulmuş ve eşi benzeri olmayan bir nimet, kıymetini bilmek gerekiyor. gündüzleri bunları yapamıyoruz çünkü çalışıyoruz, yarışıyoruz, koşuyoruz. koşarken bu güzelim şeyleri kaçıyoruz. bu büyüklüğüne aldandığımız şehirlerde. aslında bir kaç adım geri çekilip uzaktan baktığımızda pek büyük olmadığını görüyoruz. resmen hayatlarımızı emen leş, dişlilerinden pis yağlar akıtan devasa bir fabrika olduğunu görüyoruz. görüyoruz ama ısrarla içine giriyoruz yakıtı insan olan bu cehenneme. girdiğimiz yetmezmiş gibi salak salak hırslarımızla daha ön sırada almak için kendi hayatlarımız kısaltıyoruz. insanı insanı yapan şeyleri kaçırıyoruz. hepimiz hayatımız değiştirecek bi'şeyi bekliyoruz. aniden karşımıza çıksın ve hayatımızı değiştirsin diye. karşımıza yağmur yağmaya başlayınca 5 liraya şemsiye satan adamlar dışında kimse çıkmayacak onu bi söyleyeyim ama. boşuna bekliyoruz. bir umuttu yaşatan insanı demeden önce bir beklentiydi yaşatan insanı dersek daha doğru olur gibi geliyor bana.

tanrının varlığına bir kez daha inandıracak güzellikte kadınlar var, çok güzeller. çok güzel manzaralar var. hatta çok güzel kadınla çok güzel manzarada yenilecek çok güzel balıklar var. bunların hepsine gündüz otobüsünde olduğumuz için sadece  uzaktan bakıyoruz. bakabilelim diye biniyoruz o sabah 9'da kalkan otobüse. gece dönüyoruz evimize.. ve iyi geceler diyoruz. çok güzel coğrafyalar var içinde çok güzel kadınlarla gündüz olan. geceleri sadece küçük teferruata taşıyan. çok güzel cumhuriyetler. başkentleri hep güzel bakıyor. hep gündüze döndürüyor hayatı. çok büyük laflar etmeyi hiç sevmem, zaten beceremem. belki becerebilsem severdim. bu yüzden sevmiyorum işte. belki günün birinde gecelerin gündüz olduğu o güzel cumhuriyette karşılaşırız. aslında hepimiz çok nazik, temiz güzel insanlarız. kendinize çok fazla haksızlık etmeyin. siz güzelsiniz ama çevreniz kötü. hepinize iyi geceler.

02:59\İstanbul

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Aktarma...

Hepimiz bir uçağın içindeyiz. En başından beri. Geçen yıl kule kalkış izni vermediği için çıkamadık Edirne'nin ötesine. Boş valizler gibi topladık umutlarımızı, hayallerimizi. Yatağın altına koymadık ama.. Evin en görünür yerine astık, üzerimizde taşıdık. Sahipsiz kaldık, yapayalnız bırakıldık. En başta öyle olduğunu zannetik. Yolda yürürken üzerinde çubuklu formasıyla topun peşinde koşturan çocuğu görene kadar. Bir umuttu yaşatan insanı işte.  O umut küçücük bir bedenin üzerinde değil kocaman yüreklerin içindeydi. Bir olduk, birlik olduk. İçimizde olan sevdayı söndürmeye çalışanlara inat.. Önce hayatta tuttuk, sonra büyüttük. Abartısız söylüyorum, bütün dünyaya inat. Hepsinin gözünün içine içine tuttuk o ışığı. Anlamadılar, anlayamazdılar zaten.. Gitti, bitti, dağıldılar, bu saatten sonra toparlayamazlar dediler... Büyük kaptan gitti.. Yürekler cenaze evi.. Kocaman adam gidiyorum dedi.. Her yer karanlık.. Her taraf sessiz. Yüreğimizdeki kocaman ışık olduğu yerde duruyordu. Uçak hangarın önünde bekliyordu, kaptansız.

Yürüdük hiç durmadan. Köy takımı dediler, mahalle takımı dediler.. Tek tek geçtik o yolları. Sindire sindire. 11 adamın yüreğinde şimdi milyonlarca çubuklu. Bu akşam İstanbul'dan bir uçak kalktı Amsterdam'a doğru.. Formalarına leke sürenlere inat ne kadar temiz oldukları göstermek için... Biz bitti demeden bitmeyeceğini anlatmak için.. Birlikte gidiyoruz.. Uçuyoruz zafere doğru..  Yolumuzun üstünde küçük bir Lizbon aktarması var sadece o kadar.. Uyku tutmayan gözler.. Dinler gibi yapıp dinlemeyen kulaklar.. Bakıyormuş gibi yapıp görmeyen gözler olacak yarın sabah.. Akıllar Lizbon'da yürekler sahada. Futbolun adaleti yok. Eğer adaleti olsaydı 11'e 11 oynanırdı o maç... Benfica yarın milyonlarca kişiye karşı oynayacak. Yorulmak yok, nefessiz kalmak yok..  Bizim sadece küçük bir aktarmamız var hepsi bu.. Çubuklunun renkleri bütün Avrupa'yı fethedecek ve gururla haykıracağız Yaşa Fenerbahçe diye...

02.05.2013\İstanbul

23 Mart 2013 Cumartesi

saat kaç?

hava üzerine bi hırka alla bi yağmurluk giy arasında gidip geliyordu. böyle çok mutlu olduğun bi anda ağlayacak gibi olursun ya, hiç sebep yokken. işte öyleydi. yeni aldığım paketin ikinci sigarasını yakmıştım. kayalıkların üstünde oturmuş amaçsızca denize bakıyordum. saat böyle kararsam mı kararmasam mı arasındaydı, aslında o an çok güzel olduğunun farkındaydı. biraz ağırdan alıyordu her şeyi. iskelenin en ucundaydım.  yanıma geldi, üzerinde ince bir hırka vardı. oturdu. elini sigara paketine uzattı, bi tane aldı. yavaşça göğüsüme doğru eğildi. bu öküz değilsen sigaramı yak demek oluyordu. sigarasını yaktım. bitirene kadar konuşmadı. denize benim gibi amaçsız bakmıyordu, belli ki bir sıkıntısı vardı. ses etmedim. güneş düştü, hava soğudu. nasılsın diye sordum. gayet iyiyim dedi. yalan söylediği gün gibi ortadaydı. iyi olsaydı iyiyim derdi, gayet iyiyim demezdi. sonra kalkıp gitti. paketi yarılamıştım. son zamanlarda iyice abarttım şu sigarayı. biraz azaltmam lazım.

6 Mart 2013 Çarşamba

nefes

Acılarımızı paylaşmayı fena halde seviyoruz. Yaşadıklarımızı abartarak, yaşamadıklarımızı yaşamışçasına fısıldıyoruz ve büyük ihtimalle bundan zevk alıyoruz. Güzel zamanlarımızı zaten ''çeşitli sosyal mecralarla'' paralel yaşıyoruz. Ahh şu arkadaşlarla bilmem ne keyiflerimiz de olmasa ne yapardık, hayat nasıl geçerdi. Beğenilen kadını etkilemek için gündüzleri bilmem kaç ton renk değiştirip kabaran kuş gibi şov yapıp, geceleri yarın nasıl bi şov yapsam diye düşünmekten değil birilerini görmeyi nefes bile alamıyoruz. Ben bu kendimizi çok önemseyen hallerimize fena halde takmış durumdayım sevgili gönül dostları. Elbette önemliyiz, değerliyiz. Elbette anacığımızın kuzusuyuz. Elbette hepimizin şahane güzel işleri var ama siz kimsiniz lan benim bokumda boncuk var hallerimizi çözebilmiş değilim. Aslında durumun pek çözülecek tarafı yok bana kalırsa. Kalmamakla birlikte kesinlikle yok. Maaşlı işlerimizde çalışırken aslında hepimiz içten içe bir rock star gibi yaşıyoruz. Beğenilmeme korkusu var. Beğenildikçe daha çok beğenilme isteği. Mangaldan kalanlarla yetinen köpek gibiyiz. Bir de kafamızı okşadılarsa bizden iyisi yok. Kafamızı okşatmaya çalışmaktan kafamızı kaldırıp yıldızlara bakmayı unuttuk. Hiç öyle romantikleşmeden düz insan olarak soruyorum kendime. En son ne zaman baktın yıldızlara diye. Hatırlamıyorum. Baksaydım hatırlardım. Bu da bilmiyorum demenin başka yolu, hatırlamıyorum. BÜYÜK KAÇIŞ. Atmosfer daraldı, nefes alamıyoruz, cümle kuramıyoruz. Kötü grafiklerimizle, berbat seslendirmelerimizle teleshopping kanallarına döndük iyice. Keşke diyorum. Biraz daha temiz nefes alabilsek diyorum. Keşke diyorum.

11 Şubat 2013 Pazartesi

tekne

Çok farklı korkularımız var, ya ayrılırsa korkusu, ya sigortalı işimden olursam korkusu, ya yalnız kalırsam korkusu diye gidiyor. Basit, sıradan, basma kalıp ve komik korkularımız var. Böyle durumlarda rahmetli babaannem Allah başka dert vermesin çocuğum derdi. O hayattayken böyle dertlere sahip olacak yaşları yakalayamamıştım ama onun ömrüyle benim yaşımı denk getirebilseydik eminim böyle derdi. Ki haksız sayılmazdı. Bu korkuları yenmek için yaşarken alttan akıp giden başka bir hayatı kaçırdığımızın gayet farkındayız, farkındayız ama yaptığımız tek şey cuma akşamını beklemek. Sonunda hepimiz hayalini kurduğumuz o tekneye bineceğiz küçük veya büyük hiç önemi yok ama o tekneye bineceğiz. Önemli olan o tekneye nasıl bi halde bindiğimiz. O saçma korkularımızı sürekli yüksekte tutup kendimize gösterilen üç kuruşluk önemi diri tutma çabalarımızı uzaktan izlesek çok eğleniriz gibi geliyor bana. Eğer ölüm döşeğindeki bir adam kulağınıza ÇABA diye fısıldamıyorsa çok fazla yormanın, yorulmanın, eksilmenin bir anlamı yok. Ucuz korkularımızdan sıyrılıp o teknenin halatlarını limandan çözmeye başladığımız gün yaşamaya başlayacağız. Yüzümüze vuran hafif Ege rüzgarı bize tanrının varlığını bir kez daha kanıtlayacak. Biraz daha yaşadığımızı hissederiz belki. Ben şimdi limana geldim, orta halli çok lüks olmayan bir tekne bakıyorum kendime.


25 Ocak 2013 Cuma

dünyayı döndürme yalanı

insanoğlunun en büyük yalanıdır dünyayı güzelleştirme yalanı. dünya barışı için çalışmak, dünyayı daha yaşanabilir bi hale getirmek vs. bi takım takım elbiseli adamların elindeyken bu işler bütün çabalar tatminden öteye geçmiyor. dünyayı güzelleştirmek sigarayı bırakmak gibi aslında. sen bi bırak zaten o bilmem kaç yılda kendi kendini temileyebiliyor. önemli olan kendi dünyalarımız güzelleştirebilmek. ayak bastığımız değil, kurduğumuz binlerce dünyaya tutunabilemek. iyi ümitler yerine iyi hayatlar kazanabilmek. mastürbasyonu bırakıp kurduğun küçük gezegenini daha yaşanılabilir bi hale getirmek gerek. yoksa ayak bastığın dünya binyıllardır dönüyor. onu kafanıza takmayın.

7 Ocak 2013 Pazartesi

...larda yüzeeen

Ortaokula gidiyordum, 1. sınıfa. Hani böyle önlükleri atmışız formayı giymişiz ama tam oturmamış, emanet gibi duruyor. 3 sene boyunca giyelim diye alınmış ceketin daha ilk yılı. Tabii bana kalırsa gayet büyümüş çoktan ceket giymiş yaşa bile gelmiştim ama bildiğin 12-13 yaşındasın işte. Havanın bahardan yaza dönmemek için ısrarla direndiği bir cuma günü, öğlenciyiz. Tabi öyle tam gün yok, bildiğin devlet okuluna gidiyoruz, sabah 2000 öğlenden sonra 2500 veletin gittiği..

Son ders zili çaldı artık kocaman 2 gün için yapmamız gereken son şey istiklal marşını okumaktı. Bol ceketlerimizle itişerek bahçedeki boyayla sınıfımızın adının yazdığı yerde sıramızı olduk ve balkona çıkması için asla taviz vermeyen 101 Dalmaçyalı'daki kötü kadın gibi saçları olan müdürümüz bekliyoruz. Bekliyoruz ama cuma günün verdiği saçma enerjiyle. Adını bile bilmediğim sadece yan sınıftaki çocuk dediğim yan sınıftaki çocukla salak salak şakalaşmaya başladık o cuma enerjisiyle. Bol ceketlerimiz verdiği ceketlerin ağırlığıyla fazla ileri gitmememiz gerektiğini biliyorduk çünkü biz artık birer yetişkindik ama içimizdeki ilkokullu öldürememiştik haliyle. Derken, tatlı sert itişmeye başladık hani şiddeti biraz daha arttırsak kavga çıkacaktı ama yetişkin olduğumuz için nasıl şakalaşmamız gerektiğini iyi biliyorduk derken bilemedik ve işin bokunu çıkardık annemin bütün ders kitaplarını ne olur ne olmaz diye içine doldurduğu Fenerbahçeli okul çantamın ağırlığına dayanamayıp yere düştüm. Yan sınıftaki çocuk beni kaldırayım derken... madem ben düştüm sen niye düşmüyorsun deyip onu da yere indirdim. Böylelikle bizi izleyen kızların benim ne kadar güçlü olduğumu düşünmelerini sağlamıştım. Tabi o sırada kafatasından fıkşkırarak çıkmış gri saçlı müdürümüz balkondaki yeri çoktan almış ''8-A arkaya doğru yamulmuşsunuz düzgün durun'' diye bağırdı.Görüş hakimiyeti onda olduğu için yerde toz içinde kalmış iki bol ceketliyi gözden kaçırmadı. Bize doğru bakıp ''siz ikiniz dedi'' pardon siz ikiniz demedi resmen haykırdı. O anda önümüzdeki öğrenci yığını bizi daha rahat görebileceği şekilde ikiye yarılıp ona muazzam bir görüş açısı bize ise kaçış yolu bırakmayacak bir boşluk bırakmıştı.  Terbiyesizler diye ekledi ve bizi balkona davet etti. Bütün okulun bizi rahatlıkla görebileceği, hadi bütün okulu geçtim üst sınıftaki eteğini kıvıran kızların ''aa demek ki onlar bunlarmış'' diyebileceği bir noktaya doğru gidiyorduk. Balkona çıkmak için okul kapısından içeri girdik, bir an yukarı çıkmak yerine karşı kapıdan kaçmayı düşündüm ama o zaman anneme şikayet ederdi. evet evet o biraz fazla saçmaydı. bütün yüz kızarıklığımızla balkona çıktık yan sınıftaki çocukla. ''Öne çıkın'' dedi. Çıktık haliyle. O sırada bana küfür etseydi pek üzülmedim ama o kalkıp ''işte bunlar istiklal marşına saygısızlık ediyorlar'' dedi. Oysa ki ben Atatürk'ü çok seviyordum, o söylediğine çok bozulmuştum. Utanmamız gerektiğini ve böyle şeylerin ne kadar saygısızca olduğuna dair sözlerle devam etti. O 2500 kişiden tabi gülüşmeler yükseliyordu ama bana kalırsa hepsi benim hakkımda çok pis şeyler söylüyordu. Utanmamız gerektiğiniz altını çizerek bizi balkonun kenarına gönderdi. İstiklal marşını orada okuduk yan sınıftaki çocukla. O kadar utanmıştım ki. Bütün utanma hakkımı orada kullandığımı düşünüyorum.

Ya annem duyarsa korkusuyla mahalleye girdiğimde bizim okuldan olan üst sokakta oturan hiç konuşmadığım bi piçin de aralarında olduğu 4 arkadaşım beni görünce gülerek istiklal marşını okumaya başladı. Yüzüm biraz daha kızardı ama garip bir durumdu aslında ceketliydim ve bizim Atatürk'e okuduğumuz şeyi bana okuyorlardı, hoşuma gitti sonra. Zaten yeterince utanmıştım, şimdi onlar utansın deyip yanlarına geçip eşlik ettim onlara ...larda yüüzeeen alsancaaak diye.