Bu Blogda Ara

10 Temmuz 2018 Salı

İLK ADIM

Yürüyebilmek öğrenebildiğimiz, üzerine düşünüp çalışıp gerekli sunumları yaptıktan sonra hayata geçirdiğimiz bir eylem değil. Oluveriyor. Bir bakıyorlar yürüyorsun. Sen bunu hatırlamıyorsun bile. Attığı ilk adımı, aldığı ilk nefesi hatırlayabilenimiz yok. Kendiliğinden oluyor ve hop ayaktayız.

Modern zamanlarda, sıkıcı hayatlarda, aynı kör dövüşünde, kronik tedirginliklerimizde ve en kötüsü de etrafımızda dönen dünyanın bizi umursamayışında hep başa dönüyoruz. Başladığımız noktanın etrafında usulca bir tur atıp nefes alıyoruz. Bilinçli ve kontrollü bir nefes. Adım atmak o kadar da kolay olmuyor sonrasında. Düşünüyoruz, ölçüp tartıyoruz, kantarın topuzunu kaçırıyoruz. Nöbetler geçirip minik zararsız eylemler planlıyoruz. Ardından o hatırlamadığımız ilk adımı tekrar ediyoruz. Konuyla pek bağlantılı değil ama mesela penguenler sadece ilk adımlarını atarken enerji harcıyorlarmış, sonrası hacı yatmaz. O buzul senin buzul benim ver hanım elini buralar erimeden biraz gezelim. Penguenliğin de zor yanları var tabii, ama bu beni pek ilgilendirmiyor. Dünya etrafımızda dönüyor diye tüm dertlerini sırtlanacak değiliz.

Başa dönüp duruken bir yola çıkıyoruz. İnce ve uzun bir yol. İyiler, kötüler, siyahlar, beyazlar, güzeller ve çirkinler hepsi yan yana yürüyor. Aynı gözyüzü altında, aynı güneşin doğuşuna doğru. Başlangıç ve varışın ortak olduğu, manzaranın hep değiştiği, müziğin susmadığı bir yolculuk bu. Kötüler hep kötü, iyiler hep karşımızda. Neyi görüp, kime sarılmak, nasıl bir zeminde yürümek tamamen tercih meselesi.  Hayat şöyle yaşanmalı, rakı böyle içilmeli, kadın böyle sevilmeli faşizmine boyun eğmemek gerekiyor. Aynı paralelde ilerlemek aynı baskıyı yaşamamız gerektiği anlamına gelmiyor. Sen çok kıymetlisin, bunu sakın unutma. Şimdi sağ omuzunu öpüp kendine onu ne kadar çok sevdiğini söylüyorsun ve zıplamaya başlıyorsun (Metin Hara’ya selam olsun)

Yoldan çıkmadan, adım atmanın ne kadar basit, bir o kadar da korkutucu olduğunu bize öğretenler. Bunu acımadan, düşünmeden bize yapanları umursamamak gerekiyor. Bu basit bir umursamama, onlar da kim, üzerime gelmeyin isyanıyla varılacak bir nokta değil elbette. Kaybolan bir çocuğun evine dönme isteğiyle, masum bir adamın hakime suçsuz olduğunu anlatmaya çalıştığı inançla, sevgilinin gözlerine bakarken yüzeye çıkan mutluluğun gücünü arkamıza alıp varabileceğimiz bir nokta. Yeni, biraz parlak, çokça sadeleştirilmiş, bir o kadar da havalı korkular koyuyorlar önümüze. Biz de onları büyük bir boşlukta olduğumuzu ispat etmeye çalışır gibi iştahla yiyoruz.  Yol sürüyor, adımlar adımları takip ediyor. Bir kadın görüyorsun bütün kötülükler siliniyor, müzik değişiyor, üzerineki kalın ve seni sıkan kıyafetlerin yerini hafif bir gömlekle ferah bir pantolon alıyor. Ayakların hafifliyor. Gözün yan yola kayıyor, alevlerden,  kızgın yağlardan koşarak kaçmaya çalışan biri geçiyor. Umursamıyorsun, üzerine düşünüp üzülmüyorsun. Bir diğer tarafında elinde olta takımıyla önündeki gölde balık tutan bir emekli. Adım attıkça emekliden uzaklaşıyor göl. Yüzeye vuran balıklar, ayağının dibinde boş bir kova. Uzaklardan kutlama sesleri geliyor. O kutlama seslerini bir feryat bölüyor. Ellerini tutuyorsun, ismini soruyorsun. Pek gizemli, pek güzel. Yol betondan çimene dönüyor. Ayakkabıları atıp devam ediyorsun. Aslında bir ferahlamadan çok korunmanın, sağını solunu kapatıp korunmanın pek de zamanı olmadığını idrak ediyorsun. Endişelerden ve korkulardan sıyrılında medeni ve temel görgü kurallarına vakıf bir Donald Trump’a dönüşüyor insan. Bence Trump biraz daha kibar biri olursa Melania elini tutabilir. İnsanın içini kaşıyan boşluklar, öğretilmiş korkular birer basit şehir esfanelerine dönüyor. Tamamlanıyorsun, tamamlıyorsun. Ne büyük laf ettim ama. Adabı vardır tamamlanmanın, kiminle tamamlandığına değil kime tamamlandığına bakacaksın.Yol uzun, güneş daha da yakın. Eller terliyor, adımlar adımlara karışıyor. Heyecan kalbin ritmini bozuyor.

Bir kadın sayesinde oluyor hepsi. Hepsi onunla göz göze geldiğin o anda başlıyor ve katlanarak devam ediyor. Zaman geçiyor, büyüyorsun, dünya sertleşiyor. Lavlardan kaçan adam aklını yitirip soyunmaya başlıyor. Elimde Ugandalı çocukların kanı var diye bağırıyor. Adımlarından kaçan göle olta atmaya devam eden emekli “böyle bir şey olabilir mi?” diye ağızının içinde geveliyor. Uzaklardan gelen kutlama sesi yerini siren seslerine, feryat bir bebeğin gülümsemesine bırakıyor. Güneş tam tepemizde. Önümüzde yemyeşil bir ova, sonunda beyaz bir deniz. Korkular geride kalıyor. Eller terlemeye devam ediyor.

Nasıl başardığımızı hatırlamadığımız o adımı başa alıp en korkusuz, en içinden geldiği gibi atıyorsun. Güneş tam olarak tepemizde kalmaya devam ediyor. Ayaklarımız suyun içinde. Unutmayın elastik gövdeli olmayan şnorkellerin su alma riski daha yüksektir ve bu size küçük çaplı su yutmalarına maruz bırakabilir. Ayrıca unutmadan hatırlatmakta fayda var kask hayat kurtarır.

Hepimize güzel manzaralı yollar ve rahat abiye terlikler diliyorum.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder