Bu Blogda Ara

24 Kasım 2015 Salı

Üç telli gitar




Sene '99.. Beşinci sınıfın son dönemleri. Birinci sınıflarla hala ortak giydiğimiz mavi önlüklerden kurtulmamıza, büyük adamların giydiği ceketli kravatlı okul kıyafetlerimize kavuşmamıza günler kalmıştı. Bizim için çok büyük olaydı ve öyle kuru kuruya geçiştirmek olmazdı. O yüzden "büyük bir parti" düzenledik. Paralar toplandı. Süsler alındı. Danslara çalışıldı. Kızlara yeni giysiler alındı. Pastalar, börekler, köfteler yapıldı. Hatta sırf o güne özel bir klavyeci bile tutuldu. Büyük para harcandı anlayacağınız. Kızlar ateş böceği eşliğinde sağa saola sallanmalı gerçek birer beşinci sınıf öğrencisi gibi davranıp dans gösterileri hazırlarken bizim de bir şeyler yapmamız gerekiyordu. Bende de Tarkan'dan sonra en çok Barış Manço ve Ayna kasetleri vardı. Öğretmenim tek başıma sahne almama karşı çıktı ve bir kişinin daha olması gerektiğini söyledi, zor da olsa beni ikna edebildi. Eğer iki kişi olmamız gerekiyorsa Ayna olacaktık. Erhan elbette bendim ama Cemil kim olacaktı. Cemil'i bulamadım ama ikinci Erhan'ı buldum. Sedat. O da Ayna dinliyordu ve birlikte sahne alma teklifimi düşünmeden kabul etti. Hatta o kadar istekliydi ki okul çıkışında annesiyle hemen gitar almaya gittiler. Annesi gidip ona kahverengi yerine 10 lira daha pahalı olan mavi bir gitar almıştı. Proje beğenilmiş, Cemil değil ama ikinci Erhan bulunmuş şarkı seçimine gelmiştik. Şansımıza ikimizin de en sevdiği Ayna şarkısı olan Akdeniz seçildi. Şarkımızı da seçmiştik önümüzde kalan dört günümüz ve yapmamız gereken provalarımız vardı. Her şey bu kadar yolunda gitmemeliydi. Çünkü Serkan olmak bunu gerektirirdi. Benim gitarım yoktu. Babama bana gitar al diyemedim. Anneme gittim. Anne gitarım yok dedim. Bana müsamereden sonra da çalmak öğrenmek istiyor musun diye sordu. Ben de çocuk aklımla işler daha kolay halledilir diye düşünüp yok yok vallahi istemiyorum. Cuma günü için istiyorum sadece dedim. Ben annemden "iyi o zaman, sana tek kullanımlık gitar alalım" cevabını beklerken (tek kullanımlık gitar da neyse artık) annemden iyi o zaman gitar almamıza gerek yok Serkan cevabı geldi. O an yaşadığım üzüntüyü anlatamam size. Gitarsız bir Erhan olamazdı, olmamalıydı. Üzüntüm fazla uzun sürmedi. Annem hemen şahane bir fikir sundu. Git Nihat abinden iste dedi. Müsamereden sonra geri vereceğini söyle o seni kırmaz diye de ekledi. Nihat abi bizim apartmanın en üst katında oturan esasında jeoloji mühendisi fakat öğretmen eşi Didem ablayla birlikte müzik yapan. Çalıp söyleyen şahane bir insandı. Üstelik evlerinde internete bağlanabilen bir bilgisayarları bile vardı. Zaman zaman onlara gidip o mekanik sesle birlikte internete girer Yılan Hikayesi dizisinin fotoğraflarına bakardım. Beni de çok severlerdi. İnanmazsınız belki ama çocukken gerçekten sempatiktim. Utana sıkıla iki kat daha çıkıp Nihat abilerin kapısına geldim. Kapıyı çalmadan önce müthiş bir çekingenliğin yanında Nihat abinin bana o şahane gitarını verip ''al Serkan bu gitar bundan sonra senin. Cuma günü bununla o şarkıyı çal ve okulun bütün kızlarını kendine aşık et'' dediği sahneyi düşünüyordum. Motive olduktan sonra kapıyı çaldım. Didem abla açtı. Pek sevecendi Didem abla. Ne yapıyorsun diye sordu. Nezaket kuralları gereği iyi olduğumu söyledikten sonra benim de kendisine halini sormam gerekiyordu ama sormadım. Öküz olduğumdan değil, heyecandan hemen Nihat abi evde mi acaba diye devam ettim. Nihat abi evdeydi, beni salondan görünce gelsene diye seslendi. Terliklerimi koridora fırlatıp koşar adımlarla yanına gittim. Hızlıca çıktığım merdivenlerin yorgunluğunu atamamış olmamın üzerine bir de bir şey isteyecek olmamın verdiği utanma duygusu eklenince hızlıca konuşmaya başadım. Şey, bizim cuma günü müsameremiz var da Nihat abi. Bana gitar lazım ama sadece bir günlüğüne. Yani cuma günü hemen geri getirir diye geveledim. Bir yandan da salonun köşesinde duran pek havalı olan Sedat'ın mavi gitarını bin kere dövebilecek gitara bakıyorum. Gülmeye başladılar. Bana gülüyorlardı. O an ne kadar mümkün olmayan bir şey istediğime güldüklerini düşündüm. Aslında hiç böyle insanlar değillerdi şaşırdım, demek ki kötü insanlarmış diye düşündüm. Nihat abi gülmesini yavaşça bırakıp tamam sakin ol, sana gitar vereciğim dedi. Ben nedense salonda duran o gitara doğru yürümeye başladım ve ''bunu bana verdiğiniz için çok teşekkür ederim'' dedim. Bu sefer şaşırma sırası onlardaydı. Yok Serkan o çok büyük sana daha rahat çalabileceğin bir gitar vereceğim dedi. Küçük odaya gitti bir iki dakika sonra alinde gerçkten küçük bir gitarla geldi. Çocuk menüsü gibi duruyordu diğerinin yanında.  Nihat abi üstündeki tozu silmeye başladı. Al bakalım bu senin gitarın artık dedi. Gerçekten gitarı bana verdi. Artık bir gitarım vardı. Fakat üzerindeki eksikliği anlamam fazla uzun sürmedi. Altı teli olması gerekirken üç teli vardı. Bunun neden üç teli yok demeye hakkım yoktu. Fazla zamanın yoktu, teşekkür edip yeni gitarımla birlikte eve gittim. Siyah gömleğim, siyah pantolonum ve güneş gözlüğümün yanına üç telli gitarım da gelince Ayna'nın Erhan'ı olabilmiştim artık. Ertesi gün gitarımı okula götürüp hava bile basmıştım ''okul çıkışında provamız var'' diyerek. Okul çıkışında Sedat'lara gidip Akdeniz şarkısına kendimizde hazırladığımız çocukça ve bir o kadar da salakça sahnemize çalıştık. Bütün beşinci sınıfların anneleriyle birlikte katılacağı dev partiye hazırdık artık. Müsamere günü geldi çattı. Okul müdürü, öğretmenimiz her ne kadar uzun konuşmalarıyla bizim günümüzü baltalamaya çalışsalar da sıra bize gelmek üzereydi. Bu hayatta hep çok basit goller yediğimi düşünürüm. Boşa değil. Hazırlığını yaptığımız ''Akdeniz'' şarkısı teknik nedenlerden dolayı çalınamayacağı için bizim paralarımızla gelen klavyecinin listesinde olan ''Dön Bak Ayna'ya'' şarkısını çalmamız gerekiyormuş. Moraller sıfır, biz şok. Sedat ağlamaya başladı. Ben bilmiyorum o şarkıyı çıkmam sahneye demeye başladı. Ulan gitarının üç teli eksik olan benim. Sana ne oluyor di mi? Adam playback şarkıcısı attığı tribe bak. Annesi geldi, sınıf öğretmenimiz geldi güç bela ikna ettik Sedat'ı. Çıktık sahneye, aldık alkışımızı. Havalıydı ama deli gibi de heyecanlıydık. Şarkının Rusputin çalıntısı introsu girdi ve çalıştığımız şarkıyla hiçbir ilgisi yoktu. Salak salak zıplamaya başdık. Şarkının ''dön bak'' kısımlarında elbette beşinci sınıf öğrencisine yakışır gibi aynı anda arkamıza döndük. Ayna diye çıktığımız sahnede Süheyl ve Behzat kardeşlere dönüşmüştük ama eğleniyorduk. Hatta ben bir ara elektronik gitarın solo attığı yerde kendimi kaptırıp dizlerimin üzerine çöküp solo atıyormuş gibi bile yaptım. Şarkı bitti sahne selamımızı verdik ve karşılığında da büyük bir alkış aldık. Her şey çok güzeldi. Perdenin araksına geçtiğimizde bütün kızlar bize hayranlıkla bakıyorlardı. Aralarından bir tanesi çıkıp ''orada gitarı sen mi çaldın Serkan?'' diye sordu. Ben de hiç utanmadan evet dedim. Sahne hayatını zirvede bıraktığım için mutluyum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder