Bu Blogda Ara

9 Kasım 2015 Pazartesi

Kolombiyalı Kapıcı

Mevsim havanın yazı çoktan terk etttiği, kışla flörtleştiği o kararsızlığın ağırlığına mahkum olduğu ara dönemdeydi. Belki de tüm insanlık için kötü bir ön sevişme tadında bir sınavdı bu geçiş dönemi. Evden çıkmadan geçirdiği üçüncü günün akşamıydı ve en uçlardaki hücrelerine kadar nikotin dolmuştu. Sonsuz bir döngüye girmişti. Uyanıyordu, sigara yakıyordu, gönlü sade kahveye doğru kayıyordu. Sade kahvesini içtikçe daha çok sigara yakıyordu. Bu döngünün hızını ve dengesini koruyabilse hiçbir sorun olmayacaktı ama her güzel şey gibi bu da bir yerde tökezliyordu. Her gün bulutların sakladığı güneş öğlen vaktini devirdikten sonra kapıyı Hasan abi çalıyor hiç konuşmadan on lirayı alıp adını tam söyleyemediği beyaz paketli sigarayı getiriyordu yirmi dakika sonra. Bu hikayenin devamını sağlayan da Hasan abiydi ona göre. Hasan abinin ikinci adı da Hüseyin'di. İkinci adı olan insanların nedense anne tarafı Kolombiyalıymış gibi geliyor bana. Hasan Hüseyin Rodriguez Zapata o gün de tam saatinde kapıya gelip parasını almış, Görkem tam kapıyı kapatırken ''Görkem kardeşim, bak ne diyeceğim sana. Bak pırıl pırıl delikanlısın çık, hava al gez şöyle ortalık kız kaynıyor. AVM'ye git, sitenin bütün kızları orada, tanışırsın fena mı olur'' diye Görkem'e üstü pek de kapalı olmayan bir şekilde ''çık ve zamparalık yap'' komutu vermişti. Görkem ''sağolun sayın Zapata'' diyerek kapıyı kapattı. Hasan Hüseyin ve Rodrigez ve hatta bir o kadar da Zapata bey biraz şaşkın, biraz da bu bana küfür mü etti bakışıyla karşı dairenin kapısını çaldı.
Görkem döngünün kilit adamından hayati dolgu malzemesini beklemeye koyulurken nefes egzersizi yapmaya başladı. Hayattaydı ve hiç şüphesiz yaşamanın değerini en iyi o biliyordu. Bu nefes egzersiziyle de hayatta oluşunu kutluyordu. Bir yandan da bu yaşına kadar emin olduğu tek şey bu dünyada hiçbir şeye şaşırmaması gerektiğini düşünüp bu konuda ne kadar da doğru bir sonuca vardığını düşünüp kendisiyle gurur duyuyordu. Bence de doğru bir varım fakat bu kadar da abartması fazlaydı. Başını iki elinin arasına alıp toparlanması gerektiğini düşündü. Karşısında tam dört gündür toplamadığı yatağı vardı ve toparlanmaya en yakın ve kolayından başlaması gerektiğini düşünüp yatağını toplamaya karar verdi. Topladı da sorun çıkmadı, çünkü başlamak başarmanın yarısıysı. Yatağını toplarken eve meteor düşmemiş, beklenen ''Büyük İstanbul Depremi'' olmamış ve en önemlisi yorganını koyarken tek yayı bozuk baza kafasına düşmemişti. Her şey yolundaydı ve hayata karşı  mücadele arzusu bir gömlek artmıştı. Fakat içinde inanılmaz mutlu olduğu girdaptan da o kadar kolay çıkmaya pek niyetli değildi. Bu evet, büyük bir başlangıçtı ve bir süre bununla idare edebilirdi. Kapı çaldı. Tokmağa iki defa aralıklı vurularak. Bu Rodriguez Zapata'ydı. Aralarında bir tür şifreydi bu. Başka türlü kapıyı açmıyordu Görkem. Bunun halı yıkama makinası satmaya çalışanından doğalgaz borusununun ıvırını ölçmek için geleninden sitenin zıvırı için imza almaya gelen yöneticiye kadar uzayan ciddi ve gereksiz bir liste vardı. Görkem günün nimetini toplamak için kapıyı açtı ve karşısında Gümüşhaneli Hasan abi yerine kolları güllü orta kısmı saiyah parlak gömleğiyle Rodriguez Zapata vardı. Görkem'in kulağına sakince yaklaşıp ''senin sigaradan kalmamış ben de kırmızısından aldım'' dedi. Görkem şaşkınlığını pek de belli etmemeye çalışarak kapıyı kapattı. Önünde kocaman bir gün vardı o günü de boğazını soba borusu gibi tıkayan kırmızı sigaradan içerek geçirecekti.
Aynı gün içinde bu kadar aksiyon fazlaydı. O artık yatağını toplamış ve sigarasını değiştirmiş bir adamdı. Bu kadarı gerçekten fazlaydı. Yatağına uzandı ve tavanı izlemeye başladı. Kaldırımların altında kumsal yok ama tavanların üzerinde yıldızlar var diye söylendi. Eski sevgilileri aklına geldi, sevgili olamadığı o güzel kızlar da. Belki de uzaktan sevmekti aşkların en güzeli. Bu ihtimali sevip biraz mutlu olmaya çalıştı. Bir yandan da babasının cumartesi günü seni maça götüreceğim dediği ve o cumartesi gününü bir türlü getiremeyen çocuk heyecanıyla akşam olmasını bekliyordu. Mutlu olma çabalarının arasında az önce güç bela sıyrıldığı uykusuna yenik düştü.
Gözünü açtığında akşam dokuz olmuş ve hafif aralıklı penceresi odasını Norveç'in okyanus kıyılarına çevirmişti. Yattığı yerden pencereye uzanırken tüm pencere üreticilerine saygısını sunmayı eksik etmedi. Ağrısız ölmek için yaşayan bir adam için fazla aksiyonlu bir gün geçirmişti zaten ve bu kadar büyük askiyondan sonra hasta olmayı hiç istemiyordu. Uzun uzun cümlelerden oluşan isimlere sahip yeni grupları dinlemeye başladı. ''Eğer bir değişime başladıysam bunu hemen sürdürmem'' gerekir dedi. Yarın evden çıkmadan geçireği dördüncü günü olacaktı. O dört gününü evde gömerken çok büyük ihtimalle ardına bakmadan çekip giden hafif ama bir o kadar da güzel Tuğçe arkadaşlarıyla bilmem nerelerden bilmem nerelere gidip gününü gün ediyordu. Kendisine yaşattığı bu kabir hayatından kurtulması lazımdı. Rodriguez Zapata'nın ''AVM'ye git, bütün sitenin kızları oraya gidiyor'' önerisi elbette fazlasıyla uzun boyluydu. En azından Zapata'ya sigara aldırmayabilirdi. Bu işi kendisi yapabilirdi ve yapmalıydı. Kararını verdi, yarın o döngüyü kendi elleriyle devam ettirecekti.
Sabah oldu, kırmızı paketin neredeyse yarısı doluydu. Yüzünü yıkadı, yırtılsam mı yoksa böyle yaşamaya devam mı etsem diye düşünen terliğine ayaklarını daldırıp aynen devam etti. Kapıda Hasan Hüseyin üçüncü denemede ulaştığı erkek çocuğuyla sitenin parkını izliyordu. Görkem'i görünce ''nihayet çıkmışsın, babanları arayacaktım vallahi'' diye saçma sapan takıldı. Görkem başıyla ''eyvallah abi'' diyerek devam etti. O, ağrısız ölümü beklediği odasında yaptığı nefes egzersizlerinin ''e''sini bilmeyen insanlar vardı. Biraz tiksinerek baktı etrafına. Bakkala girdi iki paket sigara biraz kuruyemiş bolca çikolata aldı. Hesabında ne var ne yoksa bakkala bırakıp siteye doğru yürümeye başladı. Hava birden karardı, arabaların altından sisler çıkmaya başladı, karşıda bir ışık belirdi. Işığın önünde de bir adam. Uzun boyluydu, mahallenin delisi Dursun kadar. Üçüncü sınıf bir Amerikan filmi sahnesi gibiydi. Görkem'de kensinin yoldan geçen adamı oynadığını düşündü. Çünkü bu hayatta hiçbir zaman başrol olma fırsatını yakalayamamıştı. Evin bile ikinci çocuğuydu. İnceden inceden kaldırıma çıkıp olan biteni izlemek için kendisine araba arkası yarım bir duvar aradı. Işığın önündeki adam yaklaşıyordu ama karşısına çıkacak kimse yoktu. Sahneye biraz havalı bir giriş yapacak diye düşünüyordu Görkem. Belki de helikopterle gelip ışığın önünde yürüyen adamın üzerine atlayacaktı. Adam yürüyüşünü kaldırıma çıkıp Görkem'e doğru devam ettirdi. Üzerinde mafya filmi pardesüsü olduğu belli oluyordu artık adımlarının sesi daha netti. Elli yaşlarında hafif beyaz saçlı, boş bakışlı bir devdi bu adam. Ve mahallenin delisi Dursun'un ta kendisiydi. Epey deyakışıklı görünüyordu. İlk defa rol kesebileceği bir sahnenin içindeydi bu sefer, içten içe sevinmeye başladı.  Görkem'in yakasına yapışıp söyle bakalım genç adam dünya mı güneşin etrafında döner yoksa güneş mi dünyanın etrafında mı döner diye sordu. Görkem de Zapata'nın kendisine yaklaştığı gibi Dursun'a yaklaşıp ''bunu duymamış olayım. elbette güneş dünyanın etrafında döner'' dedikten sonra adam ''helal be sana genç adam'' diyerekten bastı kahkahayı. Ona Görkem'de katıldı. Karşılıklı olarak kontrolsüzce ve sinir bozucu bir şekilde gülen iki adam vardı kaldırımda. Kahkahaları ozon tabakasına zarar vermiş bile olabilirdi.
Uzun adam bir anda ciddileşip ''peki poşette ne var, söylesene' diyerek ortama sorgu odası havası kattı. Görkem yüzünü asıp gözlerinin içindeki o alaycı bakışı bozmadan bomba var dedi. Ve o anda kıyametın son evresine girildi. Kadınlar cama çıkıp bomba diye diye bağırmaya başladı. Binaların balkonları yıkılıp kolları çıktı. Bodrum kat depolarında kendileri daha gelişmiş medeniyetlere kaçıracak kamyonları bekleyen mülteciler kaçışıyorlardı. Gök birden kızıla dönmüş ve kum fırtınası çıkmıştı. Görken olan biten karşısında delice seviniyordu. İlk defa esas oğlanı oynuyordu ve gerçekten büyük bir prodüksüyonun içindeydi. Az önce düşündüğü üçüncü sınıf Amerikan filmi fikri gitmiş, yerine en azından akademiden iki ödül koparabilecek bir film projesi gelmişti. Uzun adam adam boğazı patlarcasına poşette bomba var diye bağırmaya devam ediyordu. Esasında korkunç bir sahneydi ama Görkem'in keyfi yerindeydi. Uzaktan helikopter sesleri geliyordu. Gittikçe yaklaştı, kafasını göğe çevirdi. Uzun menzilli spot tam da kafasının üzerindeydi. O an kendisini kırmızı halının sonunda ulaştığı salonda ödül konuşmasını yaparken hayal etti. Sahnedeydi. Annesine teşekkürle açtığı konuşmasına belki utanır diye hafif kız Tuğçe'yi de dahil etti. Helikopterden sarkan iplerden özel tim polisleri tepesine doğru iniyordu. Her şey çok güzeldi Görkem' göre. Birinci sınıftı. Polis amiri elindeki leğenden bozma megafonla Görkem'e bomba dolu poşeti elinden bırakıp yere yatmasını söyledi. Yakaladığı bu aksiyonu sonuna kadar götürmeye kararlıydı. İkaz üzerine ikaz geldi. Görkem kafasını kaldırıp ciddiye almadı. Çevresini bir anda onlarca özel tim polisi sardı. Yer kabuğu yarılmaya başladı ama dünyanın en büyük derdi bu poşetteki bomba zannedilen az kuruyemiş ve bolca çikoltaydı. Ve de beyaz paketteki sigarası. Özel tim çemberi daralttı. Silahlar dolduruldu. Uyarılar yapıldı. Görkem kararlıydı, pes etmeyecekti. Uçuracağım ulan hepinizi diye haykırdı. Peşinden kendi sahasında gol yiyen takım taraftarı sessizliği çöktü sahneye. Polisler bir kişilik bir koridor açtı. Koridorun ucunda elinde silahı, üzerinde kolları güllü siyah gömleğiyle Hasan Hüseyin Rodriguez Zapata vardı.
Görkem'e doğru yaklaşıp ''bu ölümü sen istedin genç adam, bu sonu sen yazdın. Ben sana git  AVM'de güzel kızlarla tanış dedim sen ne yaptın gittin benim ekmeğimi elimden almaya çalıştın'' Bu sonu sen yazdın diye tekrarladı. Zapata'nın silahından çıkan isabetli mermi genç adamın ölmesine yetti. Yerde yatan bedenini yavaşça izlemeye başlayan Görkem ne özel tim, ne kaçan insanlar, ne de Mahmutpaşa ürünü gömlekli Kolombiyalı kapıcıyı gördü. Yerde tek başına yatıyordu ve sakağın sonunda ellerindeki silahlarıyla birbirlerine kırmızı çarpılar atan adamları gördü. Bu onun kanatları olmadan uçabildiği ilk gündü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder